Parayla Saadet Olmadığına Emin misiniz?
Demek ki neymiş, “parayla saadet olmaz” ata (?) sözü mutlak manada gerçeği ifade etmiyormuş. Bireysel olarak belki farklı değerlendirilebilir, ancak toplumların mutlaka zengin olması gerekiyormuş, daha demokratik ve medeni bir yaşam standardı için.
Sanırım 5-6 sene kadar önceydi. Bir arkadaşım “Türkiye’nin milli geliri 15-20 bin dolar olsa ne Kürt sorunu kalır ne de baş örtüsü sorunu” demiş, ben de ilk anda bir anlam verememiş, alakayı kuramamıştım.
Kuramamıştım, çünkü bütün eğitim öğretim hayatımız boyunca fakirlik kutsanmış, zenginlik de lanetlenmişti neredeyse. “Fakir ama mutlu, zengin ama mutsuz” teması film, roman, hikâye vs bilumum edebiyat eserleri ve popüler kültür araçlarıyla kafamıza kazınmıştı.
Eski Türk filmlerini bir düşünün. İster köy hayatını anlatsın ister şehir. Fakirler bir lokma bir hırka, nohut oda bakla sofa, yarı aç yarı tok... Ama bir mutlular, bir mutlular ki sormayın gitsin. Yuvalarından sevgi ve huzur fışkırıyor. Gel gelelim, zenginler hep kötü ve mutsuz. Her şeyleri var. Villa, araba, hanlar, katlar, yatlar... Bir türlü de gözleri doymak bilmez. O kadar zenginlik yetmiyormuş gibi o bizim mutluluktan ölecek halde olan fakirlerimizin hayatlarına göz dikerler. Köydeyse ellerindeki mahsulü, şehirdeyse şirin mahallelerini ellerinden almaya kalkarlar. Mücadele ekseriyetle fakirlerin el birliği yaparak kötü adamı püskürtmesi ve mesut bahtiyar hayatlarının devam etmesiyle sonuçlanır. Seyirci de filmdekilerle birlikte mutlu olur, nohut oda bakla sofa evinin yolunu tutar.
Zihin dünyamız böyle kurgulandığı için Türkiye’nin daha çok parası olmasıyla kronik problemlerinin daha kolay çözülür hale gelmesi arasında bir doğru orantı kurmakta zorlandık tabii. Birkaç gün önce de Süleyman Seyfi Öğün Yeni Şafak’taki köşesinde ülkenin zenginliğiyle yönetim biçiminin kalitesi arasında doğrudan ilişki kurduğu “Demokrasi” başlıklı yazısında şunları yazdı:
“Başarının ardında, hayâtın maddî boyutlarıyla ilişkili bir birikimin etkili olduğunu hemen söyleyebiliriz. Eğer Türkiye, son on senede, GSMH’sını hatırı sayılır bir şekilde arttıramasaydı, üretim hacmini neredeyse üçe katlamasaydı bu dönüşüm başarılamazdı.” “... Yaklaşık 850 milyar dolarlık bir ekonomide demokrasi ancak bu kadar olur. 400 milyar dolarlık bir ekonomide, ancak bir devlet-ulus olunabilir.” “... Zaten Türkiye’de, Kürt ve Alevi sorunları üzerinden yaşanan da budur. Türkiye, 10.000 Amerikan Doları’na ulaşan bir kişi başına ulusal gelir düzeyine ulaştığı için, devlet ulus tecrübesinin doğurduğu sorunlarla yüzleşebildi ve bu sorunların ulus-devlet temelindeki çözümü için adım atabilir hale geldi. Değilse olmazdı.”
Ben anlam bütünlüğünü korumaya çalışarak parça parça alıntı yaptım. Yazının tamamı okunursa meramı daha iyi anlaşılabilir.
Hadis kaynaklarında Hz. Osman’ın (r.a.) Tebük Gazâsı’nda İslâm Ordusu’nu bin deve yüküyle teçhiz ettiği ya da orduya bin altın bağışladığı geçer. Her halükârda bu çok büyük bir meblağdır ve bizim fakirliğin erdemi düsturuna pek de uymadığı gayet açıktır.
Demek ki neymiş, “parayla saadet olmaz” ata (?) sözü mutlak manada gerçeği ifade etmiyormuş. Bireysel olarak belki farklı değerlendirilebilir, ancak toplumların mutlaka zengin olması gerekiyormuş, daha demokratik ve medeni bir yaşam standardı için.
Elbette herkes aynı refah düzeyinde olamaz. Bugünkü şartlarda söylersek, herkes villada oturamaz, en pahalı arabalara binemez. Nihayetinde dünyaya hükmeden Amerika’da da evsiz insanlar yaşıyor. Önemli olan fakir sınıfına giren insanların ülkenin toplam zenginliğinden belli oranlarda ve muhtelif şekillerde istifade edebilmesidir. “Fakir ama mutlu” klişesi de aslında halkın çoğunluğunu uyutup, ülkenin zenginliğinin belli bir zümrenin elinde kalmasını temin etmek için başvurulmuş sinsi bir stratejiden başka bir şey değildir.
Bülent Şirin 'ın Yazısı.