Mine Taşdemir

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:

Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin." (Ebû Davud, Edep 19.)

Dost, dostuna tamamen güvenir. Her ne olursa olsun dostunun ağzından dökülen sözcüklere inanır. Tıpkı nübüvvetin daha ilk yıllarında dostunun peygamberliğine imân edip, kelime-i şahadet getirerek ilklerden, incilerden olan Ebû Bekir(r.a.) gibi…

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) bir gece Cebrail’le birlikte Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya, ora¬dan da Allah’ın izniyle yüce âlemlere götürülmüş ve aynı gece dönmüştü. Ertesi gün bu yaşadığı olağanüstü olayları müşriklere haber vermişti ama onlar inanmamıştı. Öyle ki, bu hâdisenin kabûlü birtakım yeni Müslümanlara bile ağır gelmişti. Bu Müslümanlar, doğruca Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) gittiler:

“Yakın ve samimi dostunun anlattıklarından haberin var mı? Bu gece Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, orada namaz kıldığını, geçmiş peygamber¬lerle görüşüp göklere çıktığını ve döndüğünü anlatıyor” dediler.

Hz. Ebû Bekir:

“Bunu o mu söylüyor? Siz bu anlattıklarınızı kendisinden mi duydunuz?” diye sordu.

“Evet, kendisinden duyduk.” dediler.

Hz. Ebû Bekir (r.a.) hiç tereddüt etmeden hemen şu cevabı verdi:

“O, söylediyse mutlaka doğrudur. Ben O’na ve Allah’tan getirdiği her şeye iman etmişim.”

Âsırlar öncesinden “Dost” nasıl olur sorusuna verilmiş muhteşem bir cevap. Her hâliyle, her sözüyle bizlere örnek olan Efendimiz (s.a.s.) ve dostu Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) bizlere dostluk dersi, dostluk örneği, dostluk ihtârı…

Dost, dostu, kardeşi bildiğine her derdini, her mutluluğunu açar; O da, onları bir emânet şuuruyla alıp saklar, muhafaza eder… Ne pahasına olursa olsun emânete ihânet etmez…

Dost, dostunun hem en mutlu ânlarında yanında bulunur, mutluluğunu paylaşır hem de dostunun en zor, en sıkıntılı ânlarında yanında bulunur derde ortak, dostuna ise başını yaslayabileceği bir omuz olur, dayanak olur. Tıpkı hicret günü, Efendimiz (s.a.s) Mekke’den yeni yurdu Medine’ye yola çıktığında Ebû Bekir’in (r.a.) tek bir soru dahî sormadan Efendisiyle (s.a.s.) yola koyulması gibi…

Dost, kendi canı kadar olmasa da çok sever dostunun canını. Hatta bâzen kendi canından bile çok sever. Hicret esnâsında Sevr mağarasına yılanın girmesini ve dostuna (s.a.s.) zarar vermesini engellemek için ayağını mağara girişine yaslayan ve uykudaki dostu uyanmasın diye ayağındaki tarif edilmez ısırık acısına rağmen “Âh” bile demeyen Ebû Bekir (r.a.) gibi…

Gerçek dost, dostundan aldığı sırları ileride silah olarak kullanmaz, laf taşımaz, dedikodu yapmaz. Dostunun kusurlarıyla başka ortamlarda alay etmez, incitici sözler sarf etmez.

Gerçek dost, azıcık menfaat uğruna “Dostum” dediği, “Kardeşim” dediği insana ihânet etmez. Başkalarının, dostu için sarf ettiği kötü sözlere itibâr etmez… Onları duymaz, dinlemez.

Fazla izâha ne hâcet… Dost dediğin Ebû Bekir gibi olmalı ve herkesin bir Ebû Bekir’i olmalı…


GENÇ'ın Yazısı.