Ömer Öztürk

Tam da Kurban Bayramı’nın arifesinde hastalandı üstad Kadir Mısıroğlu’nun ikinci erkek evlâdı Selman Mısıroğlu. Böbrek yetmezliği teşhisiyle hastahâneye kaldırıldığı o saatten itibaren 2014 Kurban Bayramı’nı görmek artık ona nasip olmayacaktır.

10 Ekim 2014 Cuma günü, âdetim üzere Şeyh Nasuhî Dergahı içinde bulunan Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı’na gittiğimde, ölüm haberini aldım. Meğer kısmetimde Selman’ın pilav ve irmik helvasını yemek de varmış.

Benden birkaç yaş büyük olan Selman Mısıroğlu’nu 2004 senesinden beri tanırdım. 130 kiloluk, tıknaz vücuduyla üstadın etrafında dolanır, zaman zaman hem şahsî hem de vakıf ihtiyaçları için ondan para isterdi. O vakitlerde idi ki, yine para istediği bir gün üstadın şaka yollu bir serzenişle “illallah senden” deyişini hiç unutmam.

Daima mütebessim çehresiyle, yanında-yöresinde bulunanlara neşe saçar, tatlı tatlı birşeyler anlatırdı. Babasının 12 Eylül sürgünlüğü vesilesiyle çok uzun müddet ikâmet etmiş olduğu İngiltere ve başkenti Londra’dan söz ederdi. Zaman zaman kendisinden para istediğim de olurdu. Rahmetli, benim bu meşhur huyumu bildiği için ya muzip bir edayla aldırmaz beni duymazdan gelir, ya da “içimden geldi” diyerek birkaç kuruş veriverirdi.

Ama Allah şahittir hiç kimseye verip veriştirdiğini işitmedim. Zira diğergâm ve diğerkâmdı, hiç sinirlendiğine şahit olmazdım. Hemen hemen herkesin gönlünü okşamayı âdeta vazife addederdi. Hiç unutamam: Geçen senenin bir Cuma günü Beylerbeyi’ndeki Bedevî Tekkesi’ne gittiğimde, ona ve beraberinde vakıftan birkaç ahbaba tesadüf ettim. Beni görünce, “oo, bizim yazar da burdaymış!” diye lafı gediğine koyuverdi.

Doğdu doğalı hastalıklardan yakasını kurtaramamıştı. Onun her daim kesik kesik nefes alışları kulaklarımdan hiç gitmez. Boğazına çok düşkündü, bu yetmezmiş gibi ara sıra sigara da yapınırdı.

İstanbul’un camilerini ziyaret edip o ulvî mekânlarda ibadet etmekten müthiş bir haz alırdı. Bu ziyaretlerini bize vakıfta her fırsatta anlatırdı.

Bence “talihsizlerden”di, belli bir maddî refaha sahip olmasına rağmen “tutunamayanlar” camiasına mensup idi. Kısa ömründe evlâd acısını da yaşamıştı. Onu yakından tanıyan bir arkadaşım naklediyordu: “Ufak çocuğu can verdiğinde, o dağ gibi adam göz yaşlarını tutamamış, hüngür hüngür ağlamıştı.”

Selman Mısıroğlu, imanî hareket cihetinden Şeyh Nâzım Kıbrısî Hazretleri’ne bağlıydı. Hatta yakın bir tarihte Hazret öldüğü gün akşama değin televizyondan cenaze merasimini takip etmişti. O gün, Selman’a Şeyh Nâzım Kıbrısî’nin “Kıbrıs’ı kurtaramadığını” söylediğimde, “kurtarmak için çok gayret sarf etti,” diye mukabelede bulunmuştu.

Cuma günü taziye ziyaretinde kimler yoktu ki…Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen, Bilâl Erdoğan, daha bir çok ilim, dava ve fiil adamı… Düşünüyorum da, acaba böyle bir sevgi, muhabbet ve hürmet Kadir Mısıroğlu gibi kaç yazara kısmet olur? Onun yarısı etmeyenler herkesten için için kaçarken, o bu yaşında, bunca şöhretine rağmen hâlâ kimseye kapısını kapatmıyor, gerçekte Şeyh Nasuhi’lere, Hüdaî’lere ait olduğunu çok iyi bildiği o kapıyı hep aralık tutuyor.

Ve oğlunun öldüğü gün bile, acısını hiç belli etmiyor, yine herkesten fazla konuşuyor, herkes onun ağzının içine bakıyor.

Selman Mısıroğlu, genç yaşta Hakk’a yürüdü. Bu dünyada bunalanlar, daralanlar, dünyanın günden güne eriyip yok olduğunu idrâk edenler için ölümden büyük bir ferahlama, ölümden âlâ bir teselli vesilesi bulunabilir mi?

Ölüm en çok da bizlere kendi ölümümüzü hatırlattığı için acı veriyor. Yalancı dünyada yükselmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Namık Kemâl’in de isabet buyurmuş olduğu gibi, “Ey fâni, yüksel ki, yerin bu değildir.” Amma velâkin şunu da kulağına küpe et: “Nasıl olsa, sana da, seni o yükseldiğin yerden tepetaklak indirecek bir ölüm bulunur.”

O da olmazsa, Nasreddin Hoca misali, sefil hayatımızın maddî menfaatleri ön planda tutan merhametsiz şartlarına daha fazla tahammül edemeyerek “(Yorganı) ört ki ölem” diyecekler muhakkak bulunur.


GENÇ'ın Yazısı.