İdrakin Bittiği Yer!
Zekâsına güvenip kader denizinde yüzmeye çalışanların pek çoğu “cebrilik” ve “kadercilik” gibi bâtıl girdaplarda döner dururlar. Nihayet o dipsiz ve sahilsiz denizin içinde boğulurlar. Böyle meselelerde akıl ve idrâkin bittiği noktada, gönül âleminde teslimiyetle bir miktar mesâfe kat etmek mümkünse de, kaderin mutlak nihayetine ulaşmak mümkün değildir. İnsanın bu hakikati kavrayıp haddini bilmesi, kâmil bir kul olmasının îcabındandır.
Hazret-i Mevlânâ, kader sırrının akılla îzâh ve idrâkinin mümkün olmadığını ve kaderin sır olmasının aslında pek büyük bir nîmet olduğunu şu kıssasıyla ne güzel ifâde eder:
“Bir adam Mûsâ -aleyhisselam-’a gelerek: «– Ey Kelîmullâh! Bana hayvanların dillerini öğret! Onların sözlerini anlayayım da hâllerinden ibret alayım; azamet-i ilâhiyyeyi idrâk edeyim!..» dedi. ”
“Hazret-i Mûsâ o adama dedi ki:
«-Sen bu hevesten vazgeç; gücünün üzerindekileri öğrenmeye kalkma! Bir karınca, gölden, hacminin üzerinde su içmeye kalkarsa, boğulup helak olur. Yani sana takdîr edilenin ötesini zorlama! Çünkü bunun birçok tehlikeleri vardır! Sen idrak edebildiğin kudret akışlarından, İlahî azamet ve saltanattan ibret almaya bak! Kalbini Cenab-ı Hakk’a yönlendir! Bil ki İlâhî tecellîlerin sırları selim bir kalbe aşikar olur!» ”
“Bunun üzerine adam:
«-Hiç olmazsa kapı önünde yatıp duran ev bekçiliği yapan köpek ile kümes hayvanlarının dillerini öğret!» dedi. ”
“Ne yapsa, adamı istediğinden vazgeçiremeyeceğini anlayan Mûsâ -aleyhisselâm-, onun son talebini kabul etti. Ancak:
«-Aklını başına al; bu sır okyanusunda boğulma!» diye îkazda bulundu. ”
“Adam sabahleyin: «Bakalım sâhiden şu hayvanların dillerini öğrendim mi?» diye denemek için kapı eşiğinde durup bekledi. ”
“O sırada hizmetçi kadın, sofra örtüsünü silkelerken bir parça bayat ekmek yere düştü. ”
“Orada bulunan horoz, bu ekmek parçasını hemen kaptı. Köpek ona:
«-Sen bize zulmettin! Çünkü sen buğday tanesi de yiyebilirsin. Halbuki ben yiyemem! Niçin benim nasibim olan şu parça ekmeği kapıyorsun?» dedi. ”
“Horoz ise köpeğe:
«-Gam yeme, yarın ev sahibinin atı ölecek, sen de doya doya et yersin!» dedi. ”
“Horozun, gâibden bir haber verdiğini zanneden ev sahibi bu sözleri duyunca, hemen atını sattı. Horoz da, köpeğe karşı mahcub oldu. ”
“Ertesi gün yine ekmek parçasını horoz kapınca bu sefer köpek: «-Ey yalancı horoz! At hakkında söylediklerin ne oldu?» dedi. ”
“Horoz:
«-Ben doğru söyledim, ama ev sahibi atı sattı ve ziyanı başkalarına yükledi. Fakat hiç merak etme, yarın katırı ölecek; köpeklere nimet ve ziyafet olacak!» dedi. ”
“Bunu duyan harîs adam, çabucak katırı da pazara götürüp sattı. Aklınca gamdan ve ziyandan kurtuldu. ”
“Üçüncü gün köpek, horoza dedi ki:
«–Ey yalancılar beyi! Nerede va ’din?» ”
Horoz:
«–Hemen katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek, dilencilere ve köpeklere ekmek dağıtılacak!» dedi. ”
“Adam bu sözü duyunca, kölesini de satıverdi. Ziyandan kurtulduğunu düşünerek neşesinden yüzü parladı. Şükürler etti. Zavallı saf adam kendi kendine sürur içinde:
«–Dünyada başıma gelebilecek üç felâketten kurtuldum! Çok şükür, horozla köpeğin dillerini öğrendiğimden beri, kötü kazâ ve kaderden kendimi kurtardım!» diyerek avunuyordu. ”
“Ertesi gün de umduğu boşa çıkan, bu yüzden hayal kırıklığına uğrayan köpek, son derece öfkeli bir şekilde:
«– Ey saçma-sapan herzeler savuran horoz! Söylediklerinin hiçbirisi doğru çıkmadı. Sen yalandan başka bir şey bilmez misin?» dedi.
“Olanlar yüzünden üç defa mahcub hâle düşen Horoz, köpeğe şöyle cevap verdi:
«–Hâşâ! Ben de, benim cinsimden olan diğer horozların da mizacında yalan yoktur. Gerçek şu ki, o açıkgöz efendi güya malını kaçırdı. Fakat bu davranışı ile kendi kanına girdi. Artık yarın kendisi ölecek! Mirasçıları da feryad figan edecekler. Bir öküz kesilecek, bundan herkes istifade edecek; biz de sen de!.. ”
“Atın, katırın ve kölenin ölümleri, bu ham adamın başına gelecek kötü kazanın siper ve kalkanı idi. Fakat o, malın ziyanından ve zarara uğramak derdinden kaçtı da kendi kanına girdi.» ”
“Ahmak adam, horozun bu laflarına kulak kabarttı. Duyduğu hakikat karşısında beti benzi sarardı. îçine müthiş bir kor düştü. Soluğu Hazret-i Mûsâ’nın yanında aldı. ”
“Hazret-i Mûsâ ’ya:
«-Ey Kelîmullah! Feryadıma yetiş ve ızdırabımı dindir!» diye yalvarmaya başladı. ”
“Mûsâ -aleyhisselâm- dedi ki:
«–Sen kendini aşan işlere girdin. Şimdi de çıkmazlarda dolaşıyorsun. Sen o hayvanları satmakla kazançlı çıkacağını mı sanıyordun?”
“Ben sana bu kader ve kazanın sırrını zorlamamanı ısrarla ihsâs etmiştim. Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür; ahmağa da sonunda!.. Lâkin iş işten geçmiş olur. ”
“Madem ticaret ve satış işinde usta oldun; şimdi de canını sat da kurtul!» ”
“Adamın büyük bir pişmanlıkla yalvarması üzerine Hazret-i Mûsâ:
«–Ok yaydan fırlamış artık! Onun geriye dönmesine imkan yoktur. Ancak lütuf sahibi Hakk’tan dilerim ki, ölürken imanlı gidesin!» dedi. ”
“Mûsâ -aleyhisselam-, Cenab-ı Hakk’a ilticâ etti. Böylece adamın canı mukabilinde îmanla göçmesi, Kelîmullah’ın duası bereketiyle müyesser oldu. Ayrıca Allâh Teâlâ, Kelîm’i olan Hazret-i Mûsâ’ya:
«—Yâ Mûsâ! Dilersen onu dirilteyim...» buyurdu. ”
“Hazret-i Mûsâ da: «Yâ Rabb! Sana sonsuz hamcl ü senâlcır olsun! Sen- onu öbür dünyada, o aydınlık ve yüce âlemde dirilt! Çünkü orası ebedîdir, kazâ ve kaderin esrarının ortaya çıktığı bir yerdir!» dedi.”(Mesnevî)
Bu hikâyeden de anlaşıldığı gibi insan, bazen kendi hakkında hayırlı olmayan şeyleri de hırsla ister durur. Halbuki arzu ettiği şey, belki de kendisini helâke götürecek bir âkıbete dûçâr edecektir. Nitekim böyle bir âkıbete düşen insan, onu gafleten şiddetle istemiş bulunmasına rağmen pişman olmaktan kendini alamaz. Feryad ü fıgan eyler. Bunun içindir ki, İlâhî azameti idrak edip tevekkül ve teslîmiyyet içinde olabilmek dünyâ ve âhiret huzûru için en güzel bir hâldir. Lâkin bu da herkesin harcı değildir. Kulun kendi hiçliğini kavrayabilmesi, sonsuzluk sermâyesidir. Yani kazâ ve kader karşısında Hakk’a teslim olmaktan başka çâre yoktur. Çünkü tevekkül ve teslîmiyyet, kaderi safa hâline getiren bir rahmet kapısıdır.
Kaderdeki bu gizlilik, hikmet penceresinden bakanlar için bir kahır sebebi değil, bilakis son derece büyük bir lütuftur. Çünkü beşerin kaderi bilmesi hâlinde, birçok mahzurların yanında bir de içinden çıkılmaz tehlike ve felâketlere düşüleceği bir hakikattir.
Meselâ şifâsı olmayan bir hastalığa yakalanıp can verecek olan kimsenin, vefat hadisesinin gerçekleşeceği âna kadar endişeden uzak kalabilmesi, kaderin bu meçhûliyyeti sâyesindedir. Fakat bir kimse öleceği zamanı bilse, ölümün kendisine yaklaştığı yıllarda, kederden eli ayağı tutulur, iş yapamaz hâle gelir, defalarca ölür ölür dirilirdi. Yavrusunun kendinden evvel öleceğini bilen bir anne, seneler öncesinden o hâlin mâtemine girerdi.
Son zamanlarda artan stres, bunalım ve intiharlar, cüz’î irâdenin zaafa uğramasının tabiî bir neticesidir. Mâneviyat mahrumluğunun getirdiği hazîn bir âkıbettir. Mânevî eğitimden uzak bir kalbin, kaba kuvvete, yâni nefsânî arzulara esîr olması tabiîdir. Kadere îmân ise insanı “gayba” çeken; görünenden görünmeyene götüren, hayatın sürprizlerini sükûnet ile karşılayan bir teslimiyet ve huzur hâlinin yaşanmasıdır.
Alican Tatlı'ın Yazısı.