Zamanın Hızını Ninene Sor
Mine Taşdemir
Su misâli zaman… Kimse yetişemiyor hızına… Hani buyuruyor ya, Efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde, “İnsanoğlunun kıymetini bilemediği iki şey vardır: Sağlık ve boş zaman.” Hakikaten öyle. Ne zamanın ne de sağlığın gerçek servet olduğunu biliyoruz!
Abur cuburla, fast food ile midemize, sağlığımıza verdiğimiz zarar şöyle dursun; televizyon karşısında pinekleyerek, sosyal medyada oyalanarak Allah’ın bize verdiği “vakit” nimetini de çer çöp misâli bir torbaya atıp ağzını sıkıca bağlıyoruz. Düşünmüyoruz ki, aylar sonra o torbanın ağzını gevşetip eski günlere, sağlıklı olduğumuz güzel günlere geri dönmek isteyeceğiz de bu mümkün olmayacak, hayıflanıp duracağız! Tıpkı tıkabasa yemek yediğimiz zaman, “Keşke bu kadar fazla yemek yeyip de kendime zulmetmeseydim.” diye hayıflanıp durduğumuz gibi…
Halbuki bizlere ta asırlar öncesinden bir uyarı gelmişti:
Ebu Musa el-Eş`ari radıye anhu`l-bârî`den: Nebi Sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Mümin sadece midesini, kâfir yedi bağırsağını (birden) doldurmak (karnını iyice şişirmek) için yer (içer).”
“Vakit” denilen nimet, kayıp gitmeden ellerimizden bir şeyler yapmalı… Sonradan “Tüh, vah” dememek için bir şeyler yapmalı, harekete geçmeli…
Kur’an-ı Kerim öğrenmek için acele etmeli meselâ…
Kur’an harflerini öğretmeye çalıştığım, yaşları bir hayli ilerlemiş teyzeler, devamlı “Ah kızım, keşke zamanında öğrenseydik bunları. Bak yaş geçti, gitti. Zaman geri gelmiyor. Şimdi ise kafam bir şey almıyor. Az önce söylediğim harfi al şimdi unuttum, kafa mı kaldı, yaşlılık çok zor, çok…” diyor, üzülüyor, boşa geçirdikleri günler için gözyaşı akıtıyor.
Onların, ilerlemiş yaşlarına (70 yaş ve üstü) rağmen Kur’an-ı Kerim okuma istekleri ve bu uğurdaki çabaları takdire şâyân ama su götürmez bir gerçek var ortada: Zaman, geçti, gitti!
Artık onlar, bükük belleri, az gören gözleri, bazı kelimelere dönmeyen dilleri ile zorluyorlar sevap kapısını… Halbuki onlar da bir zamanlar çok sağlıklı ve gençti!
Ne diyaloglar dönmüyor ki teyzelerle aramızda… Bazen hüzne bürüyen, bâzen tebessüm ettiren diyaloglar…
Kur’an harflerini yaşlıların öğrenmesi kolay olsun diye sembollerle öğretiyorum. Teyzenin birine, “Teyze bak, bu ‘kaplumbağa’nın ‘ka’sı” dedim ve aradan biraz zaman geçince ‘ka’ harfine işaret ederek sordum, “Söyleyin bakalım teyzeciğim bu hangi harfti?” Aldığım cevap: Tosbağanın ‘to’su…
‘Hı’ harfini öğretirken, ‘hırka’dan aklınızda kalsın dedim ve biraz sonra sordum, “Evet teyze, bu hangi harfti, hani üşüyünce üzerimize giyerdik” Cevap: Mantonun ‘ma’sı…
‘Sin’ harfini bir türlü öğrenemeyen bir teyzeye, “‘Sinan’ isminde bir tanıdığınız var mı?” diye sordum. “Evet, kardeşimin oğlu, oradan hatırlarım” diye cevap verince, bir iki başka harf sorduktan sonra ‘sin’ harfini işaret ederek sordum. “Bu harf neydi teyze, kardeşinizin oğlundan hatırlayacaktınız?” Aldığım cevap: “Yavrum, oğlanı bildim bildim ama adını hatırlayamadım şimdi, yaşlılık çok zor, unutuverdim işte”
Tebessüm ettiren ama bir yandan da düşündüren buna benzer daha birçok diyalog…
Haklılar… Yaşlılık zor, yaşlanınca bir şeyleri öğrenmek zor… Hakkıyla ibadet etmek zor… İş işten geçmeden “uyanmak” çok zor…
Gençken şeytanı mağlup etmek ve bu uğurda çabalamak zor. Sosyal medyada zaman geçirmek varken, Kur’an- Kerim okumak; hamburger üstüne hamburger yemek varken, doymadan sofradan kalkmak çok zor!
Yaşlılar haklı…
Efendimiz (s.a.s) daha da haklı… “kıymetini bilmediğimiz iki nimet var: Sağlık ve boş vakit…”
GENÇ'ın Yazısı.