Öğrenci Evlerinde 7/24 Eğlenceye Davetlisiniz
Eğlendirmek günümüzün en asil mesleği! Eğlendiren ve eğlenen insan, modern tanrıların en sevdiği kategoride. Oyalanmak neopaganların en büyük ibadeti.
Eskiler “besmelesiz mektep” derlerdi okullara. Gençlerin, o okulların içinden çıkıp, besmeleli öğrenci evlerine doğru ilerlemesi için çaba verilirdi. O evlerde bir okuma ve yoğunlaşma zamanı başlardı. İnternet yoktu, kitap önerisinde bulunacak yazarlara bir tıkla ulaşılamıyordu. Buna rağmen o besmelesiz tezgahtan geçip yine de kendi desenine dönme mucizesine nail olabiliyordu gençler. “Düzenin kötü olanı besleyip büyüttüğü” bir zamanı onarmaya niyet edebilecek kadar cesur olabiliyorlardı. Sokrates “sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” demiş. Besmelesiz bir sorgulama ise hayatı yaşanmaz kılar. Buna inanıyorlardı. Hz. Musa’nın bir sarayda, bambaşka ilimlerle büyüyüp yine de kendi hikayesine yol bulması gibi.
Ne zaman bir öğrenci evine yolum düşse yine aynı şeyleri düşünürüm. Burası derim Hz. Musa gibi yalnız olmanın, yolda olmanın ve bir akışın içinde ilerlemenin tecrübe yeridir. İnsanın kendi ile yalnız kalıp, kendine bir ayna tutup, kendini aradığı ve kendini aştığı yerdir. Burası insanın kendisini bulmak için besmele çektiği ‘telaki’ noktalarından biridir. Sezai Karakoç “suda kendini gören at, ürker ve nehri geçemez” der... Besmele çekmek suyu yaratanı anlamak, ona güvenmek, kendi kusurlu halini aşmak demektir. Surette, şekilde, kendinde takılı kalan suyu aşamaz çünkü…
Dünya hayatı ‘oyun’ ve ‘eğlence’den ibarettir der Rabbimiz. Yani durmaktan, oyalanmaktan, takılmaktan… Bu yönüyle eğlence sadece müzikli ortamlarda dans etmek tanımından uzakta genel bir oyalanmayı ifade eder. Eskiler ekmeğe gönderdikleri çocuklarına “eğlenmeden gel” derlerdi. Yani bir yere takılmadan, oyalanmadan…
Öğrenci evlerini bir ilim yolcusunun meskeni olmaktan uzaklaştırıp, oyun ve eğlenceden ibaret bir dünya haline getirmek moda avcılarının, reklam sektörünün ve billboard manyaklarının başat görevidir uzun zamandır. Sistemlerin tek tip insan oluşturma çabasına bu kez ‘aynı şekilde eğlenen’ gençler malzeme oluyor. Eğlenmenin doğal hakkı olduğunu düşünen gençler, bu hakkı neden para ile satın almak zorunda olduklarını ise sorgulamıyorlar. Eğlenmek bir haktır diyor herkes.
Hani ‘Onbaşı Joshua Belile’ Irak’ta öldürdüğü çocuklar için bir ağıt yakmış ve paylaşmıştı: “Onun kız kardeşini tuttum. Kurşunlarım uçuşurken gözlerinin tam ortasından fışkıran kan üstüme sıçradı. Manyakça güldüm. Onu cehenneme postaladım.” Sonra da eğleniyordum, şaka yapmıştım diyerek olayı toparlamaya çalışmıştı. Tıpkı korumaya aldığı bir kediye işkence yaparak ölümünü kamerayla kaydeden üniversiteli gencin yaptığı gibi. Amaçları sadece eğlenmekti hepsi bu. Neden bu iki insan da yaptıkları vahşiliği “eğlence” kategorisine sokarak açıkladılar sizce?
Çünkü günümüzde “eğlence” tatmin edici bir açıklamadır. Çünkü Yusuf Kaplan’ın da dediği gibi yaşadığımız çağ neopaganizm/dindışı kutsallık çağıdır. Çünkü eğlence yeni kutsalımız! Eğlendirmek günümüzün en asil mesleği! Eğlendiren ve eğlenen insan, modern tanrıların en sevdiği kategoride. Oyalanmak neopaganların en büyük ibadeti.
İşte bu yüzden insan hakları ihlali olan işkence, tecavüz, katliam eğer bir spot ışığı altında sunulursa tolere edilebiliyor. Ya da dikkat çekmeye yönelik bir “manevra” kategorisinde değerlendirilebiliyor. İşkence yapmak için beden toplayan sonra da o görüntüleri satan insanlar da bu işi eğlence sektörüne katkı sağlamak amacı ile yapmıyorlar mı? İşkence klipleri, infaz sahneleri reyting rekorları kırmıyor mu? Katliamlar video klip şeklinde oradan oraya yollanmıyor mu? Birileri eğlensin ki birileri para kazansın. Bu mantıkla insanlar vahşileştikçe prestij kazanıyorlar diyebiliriz. Kim insanları daha çok oyalarsa en büyük parsayı o alıyor.
Öğrenci evlerinin ilim yolcuları için bir oyalanma merkezi olmaktan çıkması için “besmele”yi baş tacı yapmalı öğrenciler. Çünkü eğlence, oyalanma, haram olana yönelmek için besmele çekilmez. Bunların hâkim olduğu yerde ise besmele kapı dışarı edilmiş demektir. Oysa besmelenin bizzat kendisi bir sığınaktır bir evdir.
Öyleyse evini korumalıdır öğrenciler. İnsanın gönlü kayabilir, eli uzanabilir, siyah noktalar birleşip kalpleri katrana çevirebilir. Bir adım bir adımla kalmayabilir, insan bir yudum haz için beş duyusundan vazgeçip, “görmeyen, duymayan, akletmeyen” diye bahsedilen o Kur’ânî ifadelere bir şekilde yaklaşıyor da olabilir. Ama bizler yine de öğrencilerin kalbindeki o saf tohuma emanetiz. Bir öğrenci evinde neşvü nema bulacak, o evi mağaraya değil Hira’ya çevirecek o tohuma. Bir balığın karnında olduğu halde henüz umudunu kaybetmemiş olan o kalp sesine emanetiz. Ashab-ı Kehf’in o bunalmış ama bir çözüm de bulamamış ruh halindeki saflığa emanetiz. Hz. Musa’nın bir cana mâl olan hatası gibi hatalar çoğaldığında “Rabbim ben senden gelecek en ufak hayra muhtacım” duasındaki o en ufacık hayra emanetiz.
Bizim gelecekteki yurdumuzdur GENÇlerin dudağındaki besmele. Başlıktaki davete icabet etmedikleri sürece o yurda vasıl olmamız yakındır.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.