Okuldan Namaza Kaçardık
Çocukların on yaşına geldiğinde hafifçe dövülmesi buyruğunu tartışacaklardan değilim. Bugün o hadis-i şerifi tartışmaya açan yarın çocuklara namaz kıldırmaya gerek yok demeye başlar. Ertesi gün kendilerinin de namaz kılmalarının gerekmediğini, namazın şeklini, vakitlerini tartışmaya başlar.
İlk namazımı nerde ne zaman kıldığımı hatırlamıyorum ama 6-7 yaşlarındaydım sanırım; Amasya’nın Taşova ilçesinden kalkıp Ömer Faruk Ağabeyim ve yakın arkadaşı Yusuf Turan Günaydın ile Amasya merkeze gittiğimizi, orada Sultan 2. Beyazıt Camii’nde önceden öylesini hiç görmediğim bir şadırvanda abdest aldığımızı ve namazı kıldığımızı hatırlıyorum. Tabii o zamanlar şadırvana şadırvan dendiğini bilir miydim, bilemiyorum.
Müftü bir dedenin torunuyum ben. Dedem rahmetli Emin Saraç Hoca’nın hocası Mehmed Ali Hafız. Ehli tarik, çocukları İmam Hatipli bir ailenin mensubu olarak büyüdüm. Yüzde 5 olduğu zamanlarda ağabeyinin Refah Partisi’ne gidip gelmesini gözlemleyen bir çocukluk yaşadım. Marş kasetlerinin, bant tiyatrolarının, İslam, Mektup, Vahdet, Altınoluk, Milli Gazete dergi ve gazetelerinin arasında büyüdüm. 5 bin nüfuslu ilçedeki birkaç çarşaflıdan ikisi ablalarım idi ve İsmail Ağa Cemaati’nin kız Kur’an Kurslarında kalırlardı.
Namaz kılınan, sesli Kur’an okunan bir evde büyüdüm. Kur’an bizim evimizde öyle internetten, televizyondan dinlenen, takip edilen bir şey değil; Davudi bir baba sesiyle (mekanı cennet olsun) gürül gürül okunan bir şeydi.
Kendimi bildim bileli dindar, birilerinin tabiri ile aşırı dinci, radikal, yobaz, bağnazım(!) İlk namazımı hatırlamıyorum ama ağabeyimle inatlaştığım ilk namazımı unutamıyorum.
9-10 yaşlarında idim. Namaz kılıyordum ama seyrek kılıyordum sanırım. Bir gün akşam vakti olmalı, ortanca ağabeyim namazını kıldın mı diye sordu, kılmadığımı söyledim. Hadi kıl dedi. Birazdan kılacağımı söyledim ama ağabeyim «Olmaz! Şimdi kıl» dedi. Ben de birazdan diyordum ama ağabeyim bırakmıyordu ki. İlle şimdi kılacaksın diye tutturmuştu. İkimiz de inatlaşmıştık. Belki on on beş dakika rahat tartışmıştık. Sonunda ben dayanamayıp kaçtım. Ağabeyim durur mu, her tarafta beni arıyor. Bir süre sonra yani çocuk nefsimin tatmin olacağı kadar bir vakit sonra saklandığım yerde abdestimi alıp namazımı kılmıştım yine.
Çocukların on yaşına geldiğinde hafifçe dövülmesi buyruğunu tartışacaklardan değilim. Bugün o hadis-i şerifi tartışmaya açan yarın çocuklara namaz kıldırmaya gerek yok demeye başlar. Ertesi gün kendilerinin de namaz kılmalarının gerekmediğini, namazın şeklini, vakitlerini tartışmaya başlar. Mü’minlerin kıldığı namaz ne olursa olsun modern kapitalist dünyanın seveceği bir eylem değil. İsterseniz kapitalizmin mabedi konumunda lüks bir alışveriş merkezinde israfın dibine battıktan sonra, insanların 20 liraya 50 liraya aldıkları ürünleri 1000- 1500 liraya aldıktan sonra namazınızı kılınız yine de namaz namazdır.
Ağabeyimin zorla “o an” kılmaya zorladığı namazımı anlattım, namazımızı engellemeye çalışmalarına rağmen kılmak için elimden geleni yaptığım namazlarımı da zikredeyim burada. İlkokul dörtten itibaren sabahçılık öğlencilik mevzuundan ötürü Cuma namazımız dersle çakışır; namaza gitmemize izin verilmezdi. Biz de ne yapar eder sınıf arkadaşım can dostum Yasin ile Cuma namazına kaçardık.
Öğretmenimiz ilk zamanlar anlamamıştı. Bir zaman sonra son saat düzenli olarak kaybolduğumuzu fark etmişti ama Cuma namazına kaçtığımızı anlayamamıştı. Anladığında da saatler ileri alınmıştı sanırım; artık kaçmamıza gerek kalmamıştı.
Fakat o namaza kaçışlar nasıl güzel bir şeydi öyle. Hem yasak ama hayırlı bir şeyi yapıyor olmanın lezzeti… Hem okuldan görünmeden duvardan atlama macerası… Hem camiye büyüklerin arasına gidiyor olmanın içimizde hissettirdiği “biz büyüklerle önemli bir şey yapıyoruz” hissi; üzerimize bir güven hissi bırakması… Cemaat için alışageldikleri bir namazdı belki bizim o müthiş heyecanlı Cuma namazımız. Hutbede uyuklayanları bile görüyor; buna hayret ediyorduk ama bizim için çok güzeldi, çok lezzetliydi o Cuma namazlarımız…
Asım Gültekin'ın Yazısı.