Ömer Yalçınova

Hiç düşünmüyoruz değil mi, belki de temiz niyetle edebiyata yaklaştığımızda onun bize ahlak edindirebileceğini. Veya aşmak istediğimiz hayatla daha sağlam bir şekilde mücadele etmemizi sağlayacağını.

Evden işe, işten eve gidip geliyoruz. Her günkü telaşımızı ve sıkıntılarımızı düşündüğümüz zaman, zaman küçülüyor. Sonra kendimize soruyoruz, bizi ne ilgilendiriyor? İlgilendiren yalnızca kalbimizdeki sancı ve hayatımızdaki arayışlar. Düşünüp durduğumuz genellikle dünyalık, hani seküler diyorlar ya, konular. Hal olmayan meseleler yüzünden bazen boğulduğumuzu zannediyoruz. İşitilmediğimizden, bazen de hiç kimse tarafından anlaşılmadığımızdan... Sinirimizle, sıkıntımızla, yalnızlığımızla... Korkmaya başlıyoruz. Dünyanın elle tutulmayan, gözle görülmeyen, bir türlü nizama sokulamayan hali karşısında. Şiir mi dediniz? Peki evin kirasını kim ödeyecek?

Çok basit gibi değil mi? Özellikle gençlerin gözünde, evin kirasını ödemek? Onu boş ver, evlenmek için içine düşülen onca borç? Peki mutfak masrafları dediğimiz, sonra evin faturaları... Liste gittikçe büyüyor. Ve iş diye bir sıkıntı. İş bulamadın mı, zaten koy ver her şeyi, bir yanda yuvarlanıp dursun. Peki işi buldun, o zaman? O zaman da yeterince kazanamamak veya yaptığın işin karşılığını görmemek. Ya hu sen para için mi çalışıyorsun? Yalnızca para için çalışmıyorum tabii. Fakat para en önemli etkenlerden biri. Göz ardı edilemeyecek kadar hem de. Küçümsenemeyecek ve insanın boğazına sarılan, midesine oturan bir ağrı olarak. Para deyip, küçümsediğimizde...

Belki o zaman büyüyen bir dünya vardır. Fakat onlar söz konusu olduğunda, neden paranın büyüklüğü yeniden karşımıza çıkıyor? Din, ahlak, edebiyat... maneviyatla ilgili görüldüğü için, parayı, yani dünyalığı ne kadar aşağılarsak, onlar o kadar büyüyecek sanıyoruz. Öyle mi oluyor? Onu küçümsediğimizde, ne yana döneceğini bilemiyor, ne yapacağını hemen kestiremiyor ve din, ahlak ve edebiyata verilmesi gereken önemi, mesaiyi neden veremiyoruz? Demek ki bir şeyin küçümsenmesinde değil çözüm. Çözüm, hakkını vermekte. İşin, edebiyatın, dünyanın, din ve ahlakın. Çözüm, bunları birbirinden ayrı düşünmemekte…

Şiir ve edebiyatın düşündürme biçiminden mahrum kalarak hayata yaklaşmak. Sıkıntılara üzülmek, meseleleri çözmeye çalışmak. Edebiyatın düşündürme yönteminden mahrum kalarak hatta dini yaşamaya çalışmak. Hiç düşünmüyoruz değil mi, belki de temiz niyetle edebiyata yaklaştığımızda onun bize ahlak edindirebileceğini. Veya aşmak istediğimiz hayatla daha sağlam bir şekilde mücadele etmemizi sağlayacağını. Küçümsediğimiz şeyde belki de aradığımız bütün çözümler gizli. Reddettiğimiz her şeyde sıkıntımıza dair bir ipucu saklı. Biz ondan kaçsak bile o, peşimizi bırakmayacak. Ve buna diyeceğiz ki hayat şartları veya hayatın sürüklediği nokta.

Hayat şartları karşısında edebiyatı, edebiyat karşısında hayat şartlarını küçümsemek, iki ucu keskin bıçak. İkisi de dokunduğu her şeyi keser, acıtır, küçültür. O yüzden orta yolun selametinde, her şeyin içinde her şey vardır mantığını bir kenara atmadan, hiçbir şeyi küçümsemeden ilerlemek gerekiyor. Yoksa küçümsediğin noktaya düşüp, aslında oranın küçük olmadığını görmek ihtimali her zaman vardır. Allah göstermesin!


GENÇ'ın Yazısı.