Sen Derviş Olamazsın!
Ben dergaha ondan önce geldiğim için Yunus benim alt tertiptir. Ben dergahın odun işlerine bakıyordum.
Hacı Bektaş Dergahı ile olan yazışmamızdan geçen ay kısaca bahsetmiş, bana yapılan saygısızlığı lisân-ı münasiple anlatmıştım. Pişman olduklarını ve gönlümü almak için ne diller döktüklerini yazsam okurken sizler de perişan olursunuz evlatlarım…
Biz de “durmak yok; tarikat edep ve âdâbı üzre yola devam” dedik… Hakikat yolculuğumuzda şimdiki durağımız Taptuk Emre Dergahı olacak…
Dur bakalım, ben bu filmi bir yerden hatırlıyorum ya, hadi hayırlısı, deyip; besmeleyi çekip bir mektup da Taptuğun kapısına yazdık…
Taptuk Emre Hazretleri hemen kabul buyurdular… Aman efendim, bir iltifat bir iltifat… Her şey fevkalâdenin fevkinde… Dergahta çan eğrisi sistemi varmış… Olsun, diğer derviş arkadaşlar da bizimle aynı seviyede olunca her şey iyi gidiyor… Ta ki şu sizin pek sevdiğiniz şair Yunus gelinceye kadar… O geldikten sonra dergahta dervişanın canına okudu, millet epey bi kasmaya başladı…
Ben dergaha ondan önce geldiğim için Yunus benim alt tertiptir. Ben dergahın odun işlerine bakıyordum. İstedikleri odunun miktarını mektup ile sipariş ediyorlar ben de buradan tedarik edip dergaha gönderiyordum…
Şimdi bu Yunus benim dergahta olmayışımdan istifade edip başlamış arkamdan işler çevirmeye… Neymiş efendim, benim gönderdiğim odunlar eğriymiş…
Allah Allah! Odun ulen buu!… Ocakta yanacak odunun eğrisi-düzü mü olur?
Neymiş Efendim; “Bu dergahın kapısından odunun bile eğrisi giremezmiş…”
Bak bak bak! Laflara bak!
Odun işimizi elimizden aldığıyla kalsa neyse! Yetmedi bir de başımıza şair kesildi. Yazdığı şiirlerin ekseriyetle ilhamını da, övünmek gibi olmasın, fakirden alırdı… Bir mısracık olsun bizden istifade ettiğini söylese içim yanmayacak!
Bir gün dedim ki,
- Böyle dervişlik mi olur hacııı? Sen derviş olamazsın…
Haydaaa! Çoştu bizimki, başladı şiire:
Dervişlik der ki bana
Sen derviş olamazsın
Gel ne deyeyim sana
Sen derviş olamazsın
Derviş bağrı baş gerek
Gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek
Sen derviş olamazsın
Döğene elsiz gerek
Söğene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın
Dilin ile şakırsın
Çok maniler okursun
Vara yoğa kakırsın
Sen derviş olamazsın
Ondan sonra da şiirler aldı başını gitti. Durdurabilene aşk olsun… Hak Çalabım… Dertli Dolap… Ben yürürem yane yane… Çağırayım Mevlam seni…
Hâli hal değil efendim, kâl ehli işte… Şiir söylemekle milletin gözüne girdi ya! Ben bu arkadaşa bir nasihat edeyim dedim bir mektup yazdım kendisine…
- Bak Yunusçuğum, kardeşim… Ne zamana kadar odun taşıyıp duracaksın dergaha… İyi hoş, ihlasla samimiyetle hizmet ediyorsun da… Bu da bir yere kadar, değil mi efendim? Bak bu işlerin sosyal güvencesi de yok. Yarın bir gün evleneceksin, çoluk çocuğa kavuşacaksın…
Hem şiir dersen, edebiyat karın doyurmuyor ki azizim! Bak ne güzel ağzın laf yapıyor; ama bu kabiliyetin ayağına bağ olmasın. Doğru değerlendirmesini bil, gel gir bir medreseye, ilmini derinleştir, sonra akademisyen olursun, kariyerini sağlamlaştırsın.
Hem sonra ne o öyle? Bir hâlin bir hâlini tutmuyor… Çiçeklerle, böceklerle konuşuyorsun. Dertli dolap ney yahu? Su dolabının derdi seni mi gerdi?
Fesüphânallah! Biraz temkin ehli ol! Böyle meczub-meşrep olma! İşine geldi mi âlim kesiliyorsun başımıza, iş sıkıya bindi mi haydiii; ümmi-köylü tavırları… Şiir söylemeye başladın mı kanatlanıp uçuyorsun, sonra bir bakıyorum merkep gibi dergaha odun taşıyorsun… Sana burada yazık oluyor Miskin Yunus…
Sen misin bunu diyen! Benden aldığı ilhamla adam bir şiir daha yazdı:
Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur
Bir dem gelir giryân olur
Bir dem sanasın kış gibi
Şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşâretden doğar
Hoş bağ ile bostân olur
Bir dem gelir söyleyemez
Bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker
Dertlilere dermân olur
Bir dem çıkar arş üzere
Bir dem iner tahte’s-serâ
Bir dem sanasın katredir
Bir dem taşar ummân olur
Bir dem cehâletde kalır
Hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dalar hikmetlere
Câlînus u Lokmân olur
Bir dem dev olur yâ peri
Vîrâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkîs ile
Sultân-ı ins ü cân olur
Bir dem gelir Îsâ gibi
Ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine
Fir’avn ile Hâmân olur
Bir dem döner Cebrâil’e
Rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur
Miskin Yunus hayrân olur
Baktım laf ederek bu oğlanla baş etmek mümkün değil, düz mantık hesabı, basit bir soru soruvereyim dedim:
- Maşallah dervişim, hoş laflar edersin, lâkin mana deryasında seyr u sülûk teknesi lafla mı yürür oldu? Bu dergahta bunca senedir şöyle böyle hizmet etmişliğin var… Kerametin nerede hani, varsa bir de onu görsek, erenler!!!???
Hah hah hah! Benim odunlarım eğriyse de, mantığım senin odunlarından düzdür Yunus Efendi!
Bu söz gücüne gitmiş garibimin… Valla günah bende değil! Yunus izin isteyip ayrılmış dergahtan. Ben de onun yokluğundan istifade edip nice zamandır mektuplaştığımız ihvanımı ve üstadımı göresim geldi, “bismillah” diyerekten yollara düştüm. En sonunda vasıl oldum Taptuğun dergahına… Nicedir mektuplaşıyoruz… Rû be rû hâlleşip sohbet edelim istedik…
Edeple oturdum Taptuk Emre’nin kapusunda, başladım beklemeye…
Aradan geçen yıllar ile Taptuk Emre Hazretleri çok yaşlanmışlar. Yanımdan geçerken fark edip sordular:
- Eşikte oturmuş bekleyen kişi de kim ola ki?
Heyecanla el-pençe divan durup cevap verdim:
- Abüziddin Çelebi evladınız sultanım?
- Abüziddin Çelebi de kimdir ya hu? Yol verin divaneye…
Bak bu olmadı… Valla fena bozuldum! “Bizim Abuziddin mi?” demesi gerekiyordu! Bir pîr-i fânîye yakıştı mı şimdi? Bunlar var ya hep yaşlılıktan…
Alın mektuplarınızı, verin benim mektuplarımı… Tazminatımı da verin bu arada!
Harun Kırkıl'ın Yazısı.