Ayşenur Vural

Ne yazık ki kötü huy, kötü huylu çalılara benzer. İhmal ettikçe yayılır, çoğalır. İnsan yarın dedikçe çalılar güçlenir, kendisi ise yaşlanır, acizleşir. Çalı her gün yemyeşil, capcanlı; çalıyı sökecek olan insan, her gün biraz daha güçten düşüp kurumakta…

"Dostum” dedim Mesnevi’ye, “Genç Dergisi bizi gençlerle buluşturmak istemiş, ne dersin? Arz-ı endam etmek ister misin bütün letafetinle? Ya da şaşaayla çıksın mı karşılarına izzetin? Nasıl merhaba diyelim onlara?”

Derin bir nefes gibi konuştu dostum Mesnevi: “Şeklim onları aldatmasın diye sözlerimden önce mezemden yesinler” dedi. Bu yazının başlığını gördüğünüzde dimağınızda oluşan lezzet o mezedir canlar…

Sonra “Bak” dedi dostum Mesnevi, “Bu ırmak… Bu da ırmağın kıyısındaki duvar… ve bu, duvarın üstündeki susuz…”

Susuz niçin duvarın üstünde? Çünkü duvar, tam da ırmakla susuzun arasına çekilmiş. Susuz, sudan çıkmış balık gibi çırpınıyor susuzluktan. O telaşla duvar üstünde bir sağa bir sola Hacer’lik ederken ayağı takılıveriyor. Ah aman düşmesin! Oh, susuz düşmedi neyse ki, bir parça koptu duvardan, o düştü suya… Susuz, düştüğü yerden o parçanın suya düşme sesini duyduğunda bir şimşek çaktı zihninde. O ses sanki kendisine bir şey söylemişti. Sanki “Gel” demişti de nasıl geleceğinin ipucunu da verivermişti. Yüzündeki perişanlık siliniverdi susuzun. Hemen kalktı, çılgınca parçalar koparıp suya atmaya başladı… Su coşkun bir dille “Anlat herkes duysun,” dedi susuza, “duvarı parça parça bana atmanın ne faydası varmış?...”

Susuz, kavuşma ümidinin ışığı ile yüzü pırıl pırıl, hem taşları koparmaya devam etti, hem de konuşmaya başladı. Sesi, hareketleri ve suyun sesi adeta bir şarkı gibi yükseliyordu ırmağın kıyısında, öyle hem-ahenk. Kainat kulak kesildi o sese:

“ - Biiir, dedi susuz; ilk faydası, suyun sesini duymamız! Senin sesin, susuzlara müzik gibi gelir…”

Dostum Mesnevi, müzik sesinden “Elest” sadasını duyar, bunu anımsamak lazım burada. “Elest meclisi” onun için o kadar değerlidir ki dostum Mesnevi her fırsatta ona atıf yapar. Anlarız ki Mesnevi’yi inşa eden ruh-u şerifin vazgeçilmezidir “elestü/bela” hatırası… Müzik sesinde o aziz hatıranın tadını bulur ruh. Ne zaman kesrette boğulacak gibi olsa o hatıra bir nağmeden süzülüp gelir, İsrafil’in nefesi gibi diriltir ölü yanlarını. Gök gürültüsü duysa yüzünü o sesin yağmuruna tutar, bahar görmüş bahçe gibi güzelliğine güzellik katar. Bir fakir Ramazan ayı geldiğinde, bir mahkum af çıktığında nasıl içi sevinçle dolarsa öyle sevinir, içi kıpır kıpır olur o demleri hatırladığında…

Bu hatırlayış, “Benim şefaatim ümmetimin günahkarlarına olacaktır” lütf-u şerifinin kokusunu taşır. Onda Yusuf’un gömleğinin Yakub’a ulaşan kokusu gizlidir.

“Bu fayda, aşıklar içindir” dedim, “Susuzluk yerinde duruyor… Tıpkı “Elest”i hatırlayış gibi. Hatırlıyorsun, özlem ve ızdırap artıyor. Ne istidad değişiyor, ne imtihan şartları… Hâlâ duvarın üstündeyiz sonuçta…

“İkinci fayda tam da bu noktada devreye giriyor” dedi dostum Mesnevi, “Susuza kulak ver.”

Susuz, duvardan bir taş daha kopardı ve seslendi: “Attığım her taş duvarı küçültüyor, hey! Duvarın alçalması, suya yaklaşmak demek!”

Kıyamdan, rükudan geçer beden duvarı, ruh için “yaklaşma” aşamalarından geçer; secdede yaklaşmaya çağırır Sevgili, öyle ya!..

Susuz bu Kur’an hatırlatması üzerine cûş-u huruşa geldi, “Kim daha susuz?” diye haykırdı dört bir yanına, “Kim daha susuzsa o daha çabuk alçaltır duvarını!”

Dostum Mesnevi, bana baktı mütebessim, “Kim daha aşıksa suyun sesine, o daha çabuk tüketir duvardaki taşları…” dedi, “Herkes cumburlop sesi duyarken, aşık o sesten mest u hayran olur.”

"Uff, çok güzel oldu bu dostum," dedim keyifle… “O değil de,” dedi dostum Mesnevi, “beni bir şeyle sembolize et desem neyi seçerdin?”

Hımm, bir bahçe en çok, bir pencere, evet evet bir kapı… “Başka? Daha farklı düşün, fonksiyon değil zat olarak düşün…’’ dedi, eczane diyecektim başka dediğinde, o da fonksiyonel sembol olurdu, vazgeçtim. “Ben kendimi bir ayak izi ile ifade ederim semboller aleminde… Kendini terbiye ede ede beden kayasını un ufak etmiş bir zatın, Molla Celaleddin’in ayak iziyim ben… Bende en çok bu mesaj var: “Ardımca yürü!”

“Hay Hak!..” diye haykırdı içimdeki derviş, “destuur, denk dur!” dedim çekip eteğinden… Eyvallah dedim dostum Mesnevi’ye, eyvallah da, duvardan oraya nasıl geçtik şimdi, niçin?

“Ben hikâye kitabı değilim, dedi dostum Mesnevi, aziz kitabımız Kur’an’ın toprağından yaratıldığını hatırlatırcasına, “Hikayeler anlatıyorum evet, ama ne için?”

“Can, can, can!” dedim, “Sen terbiye ve eğitim kitabısın… Öğretmek için değilsin, eğitmek içinsin.”

“Bir eyvallah da benden sana” dedi dostum Mesnevi “Öyleyse bu duvar hikayesini açıklayalım ki canlar, sofradan tatlı yiyip kalkmış olmasınlar..."

Haydi, dedim ak!... Genç Molla Celaleddin’i halvetten çıkarırken bahtının duasını: “Nil gibi ak, geçtiğin her yere hayat bahşet” olarak belirleyen Seyyid Sırdan’ın ruhu şâd olsun!..

Gençlik, bir bahçe gibi yemyeşil ve taptazedir, tereddütsüz meyve verir. Genç insan, güçlüdür ve “istemek”tedir. Güç ve iştah bedeni canlandırır. Bakımlı, tavanı yüksek, sütunları düzgün ve mükemmel bir ev haline getirir.

Yaşlılık günleri gelip çatar sonra. İnsanın boynuna mecburiyetler dolanır. Bedenden güç ve iştah suları çekilir ve beden çoraklaşır, gevşeyip sarkar. Kaşlar iki yana kayar, gözler bulanıklaşır, ışıltısını kaybeder. Yüz buruş buruş olur. Dişler kaybedilir, yani konuşma, tat alınanlar…

Vakit geç, beden bitmiş, ama yol uzun. Tezgah yıkılmış, çalışacak hal kalmamış. Ama kötü huyun kökleri sağlamlaşmış, onları koparacak güç kalmamış oysa!...

Hah, dedim, gözlerimde öğrencilik yıllarımdan kalma bir “buldum” sevinci!...

“Diyorsun ki duvar, kötü huyların sembolü bu hikayede…”

Evet dedi, dostum Mesnevi, “Duvar, kötü huylardır… İnsan, onları elleriyle, yani kendi çabasıyla tek tek koparıp atmalıdır varlığından… Bu iş, bütün bir hayat sürse de her “kendine gelen” için ân o ândır. Gençlikte ise yüksek başarı imkanı vardır… Ne yazık ki kötü huy, kötü huylu çalılara benzer. İhmal ettikçe yayılır, çoğalır. İnsan yarın dedikçe çalılar güçlenir, kendisi ise yaşlanır, acizleşir. Çalı her gün yemyeşil, capcanlı; çalıyı sökecek olan insan, her gün biraz daha güçten düşüp kurumakta…

“Böyleymiş,” dedim, “Maddi hastalıklar gibi manevi hastalıklar da yaşlandıkça sökün edermiş, ortaya çıkarmış. Ne yapmak lazım peki? Kötü huyların çalılıklarından nasıl kurtulur insan?”

“Bunun da iki yolu var” dedi dostum Mesnevi:

-Ya Hazreti Ali’nin Hayber kapısını yerinden söktüğü gibi yiğitçe vuracaksın kötü huyun köküne!

-Ya da bu çalılığa gül dikeceksin.

Ab-ı hayatla sulayacaksın. Abı hayatın nuru, çalılığın can yakan ateşini söndürecek. Ab-ı hayat, şu hikâyedeki ırmak mıdır, dedim. Evet, dedi.

Bu çok soyut bir kavram, pratikte karşılığı ne ki? Anlıyorum, Allah’ı temsil ediyor o ırmak…

“Allah’ın marifetini, muhabbetini… O’nu tanımayı ve sevmeyi temsil ediyor… Zâtını istisna tutalım…” dedi.

“Tamam, marifetullahın pratik hayatta karşılığı ne? Kitaplarda yazanlar mı? Allah’ı tanıdıkça kötü huylardan kurtulur muyuz?”

“Evet, tam olarak bu! Ama kitaplardan daha ileri bir kaynakla olur bu. Kâmil insanı örnek almak ve ona uymakla, onun terbiyesine girmekle, yani ayak izlerini takip etmekle olur en güzel. Cehennem, mümine ‘Çabuk geç, yoksa nurun ateşimi söndürecek!’ demiştir ya, nefs cehenneminin ateşini kâmil insanın nuru söndürür.”

“Ah dostum, kâmil mürşid konusu uzun ve çetrefilli bir mevzu bizim zamanımızda, konuşalım bunu uzun uzun… Şimdilik son sözümüz ne olsun?” dedim.

“Kâmil mürşid konusu hiçbir devirde kısa ve basit olmamıştır kuzum. Çünkü nefs ondan kaçar. Ateş, sudan nasıl kaçmasın? Onunla yok olup gider bir anda… Nefs, duygu ve düşünceleri hepten ateşe verir. Kâmil mürşidin duygu ve düşünceleri ise tümüyle güzel bir nurdur… Son söz: Nevniyâzım, ne zaman o kâmil mürşid nurundan senin dünyana bir sohbet, bir kitap, bir hatırlayışla, bir damla su damlasa, nefsindeki ateşten ‘Coss!’ sesi yükselir. O coss ettiği zaman sen ona ‘Geber!..’ de… Böylece nefsinin cehennemi sönsün, soğusun. Sonra, gönlünce ekip dikersin varlığının bahçesini. Ektiklerin meyve verir. Bahçende laleler, beyaz güller ve fesleğenler açar…”

(2-1170-1255 arası, serbest salınım)

Bu sözler, dedim, dostum Mesnevi, “Ey Rabbim!” diye seslenmek Hakk’a, tatlı sözlü sevgilinin sözünü avlamak çabası. Dönüp baksın da “Buyur” desin… “Seni duydum” deyişini duymuyoruz ama baştan ayağa dek tadıyoruz onu!..


GENÇ'ın Yazısı.