Fakir misin, Otur Yerine!
Söz meclisi açık, diri, ve kullanılabilir tutulmalı.
Ve Selman-ı Fârisî ayağa kalktı. “Yâ Rasulallah, Fars ülkesindeyken bize düşman kast ettiğinde, şehrimizin etrafına hendekler kazarak saldırılardan korunurduk.” dedi.
Selman (R.A.)’ın anlattıklarını dikkatle dinleyen Hz. Peygamber, orada istişarede bulunduğu arkadaşlarıyla beraber, bu fikre onay verdi.
Sonra, yaşlı-genç, çoluk çocuk, kadın-erkek herkes, Peygamber emrine dönüşen bu fikrin îfâsına koyuldu.
Öyle ki, Rasûlullah (A.S.) bile çok zorlu geçen o çalışma günlerinde bizzat yük çekmiş, açlığa tahammül için ashab midesine bir taş bağlarken, mübarek sevgili, herkesten daha fazla çektiği bu sıkıntının tesiriyle kendi midesine iki taş bağlayarak işine devam etmişti.
Her zamankinden daha öfkeli ve güçlü gelen düşmana karşı gösterilecek mukavemet taktiğinin belirlenmesinde, yapılan istişare sonucu Selman (R.A.)’ın teklifi uygun görülmüştü.
Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Abdurrahman Bin Avf gibi servetiyle de meşhur sahâbilerin bulunduğu mecliste, âhir zamanda kendisine verilecek Medâyin valiliği vazîfesinde bile maddi sıkıntılar içerisinde hayat sürecek olan bu İslâm fedâîsinin fikrine “evet” diyen Peygamber Efendimiz, tıpkı Uhud öncesi yapılan istişarede, yaş, konum ve maddiyatları hayli yüksek sahâbilerin bulunduğu mecliste ısrarla Medine dışında savaş ve şehâdet arzulayanların “çoğunluk” olmaları sebebiyle isteklerini onaylayarak sonraki zamanlara bir değer ve istişare modeli postalamıştı.
Çok zaman görülmüştür ki, maddî gücü daha elverişli olanın sözü, elverişsiz olana göre daha ağır gelir. Zira söylenen, yapılması arzu edilen, ardından bir iş-oluş getirir ve bu ekonomik imkân nisbetinde vücut bulur. Maddi yetersizliği olan kişiler, fikir yürütme ve istişare ortamlarında, yapılacak işler hakkında söz söylerken, üzerlerindeki bu imkânsızlık vasfının tesiriyle imtinâ ve çekingenlik hâli içerisinde bulunurlar.
Burada gerçek haklılık payı verilmesi gereken hususlardan biri şudur ki, para insana birçok şey öğretir. Daha iyi, kaliteli, dayanıklı, uzun ömürlü, rahat, ekonomik, ferah olan her şey paranın gücü ile tespit edilebilir. Parası olmayanın, alternatifi de yok sayılır.
Bununla beraber para, kazanılıp yatırıma dönüştürüldüğü ölçüde büyür. Yatırım da hesap, kitap, tasarruf ve ince bir muhasebe îcap ettirir.
Yaşanılan hayli konforlu hayatın içinde, satın alınacak koli bandının fiyatına yönelik pazarlık girişiminin sebebi, belki de bu zihniyettir.
Bütün bunlarla beraber, özellikle kritik hizmet ve faaliyetlerin istişareleri için oluşturulan ortamlarda, alınan kararların yürütülmesi işi genelde maddiyatı müsait kişilerin meselesi hâline gelir. Bulunulan bölgedeki ihtiyaç sahiplerinin beklenti potansiyeli de düşünüldüğünde, paraya sahip olanların kendilerine sahip olma dertleri, artar da artar.
“O fidanı oraya bir vahiyle mi dikiyorsunuz, yoksa bu kendi tercihiniz mi?” diyen sahâbiye ‘kendi tercihi’ olduğunu beyan edince, o sahâbiden, o fidanın yetişeceği daha güzel bir yeri öğrenip, “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz.” demişti güzeller güzeli (S.A.V.)…
Demek ki, çok özel bir sebep yoksa her şey konuşulabilir, hatta konuşulmalı. Konuşurken de, en doğru adına söylenecek söze dâir, konuşacak her kişinin eşit söz hakkı, cür’et ve cesareti olmalı.
Bu millet, doğru bildiğini her yerde söyleyen fertlerini sevmekten, methetmekten hiç usanmadı, usanmayacak.
Öyle ki, söylenen söz, yürütülen akıl-fikir, tavsiye edilen durum, gerçekleştirilmesi için harcanacak onca paradan daha fazla değerli olabilir.
İmam-Hatip okullarının açılması fikrini ortaya atanın belki de bir sınıfı bile inşâ edecek gücü yokken, şimdi o okullarda eğitim alan yedi milyondan fazla öğrenci üzerinde hakkı yok mudur?
Söz meclisi açık, diri, ve kullanılabilir tutulmalı.
Sarfettiği ile servetinden eksilsin eksilmesin -ki aslâ eksilmez- insanların hizmetine katkıda bulunan, zekâtı “zaten” bilip infâka sevdâ ile tutulmuş varlıklılara hayır ve bereket dualarının ayarını sürekli yüksek tuttmalı.
Ama, karşılaştığımızda hürmet arz ederek inşaat hâlindeki câmilerindeki son karar durumunu sorduğum zât-ı muhteremin:
“-Aman be yavrum, fakir misin, otur yerine!” serzeniş ve yarasındaki gibi bir durum da olmamalı, öyle değil mi?
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.