Mine Taşdemir

Herkes bir şey(ler)den korkabilir. Karanlık korkusu, yükseklik korkusu, kapalı mekân korkusu… Korku türleri arasında kendisine yer verilmeyen bir korku daha var ki yüz insanın sekseninde hatta doksanında bu korku mevcut: El âlem ne der korkusu!

Yapmak istediğimiz güzel şeyleri yapmaktan geri durmamız da doğru bildiğimiz çoğu şeyi yanlış ama popüler olana meylettirmemiz de bu korku hasebiyle…

Öyle şey olmaz, ben doğru bildiğimi uygularım kim ne derse desin, önemli olan doğrularımdan ödün vermemem, diyenlerin sayısı bir elin parmağını geçmez ya da çok az geçer…

Çok bol kıyafetler giyinirsem başımıza ‘hoca kesildi’ derler, cenazenin ardından tatlı yapıp dağıtmazsam ‘tatlı bile yapmadı, ne hayırsız evlatmış’ derler, hacca gitmeden konu komşuya yemek ziyâfeti vermezsem ayıplarlar, koyu renk başörtü takarsam ‘nine gibi olmuş’ derler…

Camları silmezsem ‘ne pis kadın’ derler, koltuk takımını değiştirmezsek ‘yıllardır aynı koltukları kullanıyor’ derler, bunu yapmazsak böyle derler, şunu yapmazsak şöyle derler… Kim der bunları: El âlem!

Soru 1: İyi ve kötünün, ayıp ve ayıp olmayanın ve daha da önemlisi helâl ve haramın ölçütü el âlem mi? Yoksa başka şeyler mi?

Soru 2: El âlem dediğimiz kim?

Birinci sorunun cevabı herkesçe mâlum. Bizim, bir şeyin helal olup olmadığını tespit etme hususunda başvurduğumuz ilk iki mercî: Kur’an-ı Kerim ve Sünnet. O halde neden, Şer’i Şerif’in yasaklamadığı, kerih görmediği bilâkis teşvik ve takdîr ettiği davranışlardan çekiniyoruz?

Birçok günahımıza rağmen “Ben bunu yaptım ama Rabbim bana ne der?” sorusunu hatırımıza bile getirmezken, neden “El âlem ne der?” sorusuna takılıp kalıyoruz. Neden ısrarla doğru bildiğimizden ödün veriyoruz? Üstelik el âlem korkusu yüzünden, Allah’ın rızasını kazanacağımız çoğu şeyden mahrum kalma pahasına!

Gelgelelim ikinci sorunun cevabına… El-âlem bizim nefsimizin diğer adı ya da şeytanın lakaplarından biri belki de… Dikkat edin, el âlem ne der diye hayıflandığımız şeylerin çoğu, nefsin ve şeytanın hoşuna gitmeyecek şeyler: Tesettürde hassas olmak, yemek yeme hususunda hassas olmak, namazda niyâzda… hassas olmak.

Hep değil belki ama el âlem, çoğunlukla gösterişten, kibirden, makamdan-mevki aşkından, hırstan yana. Makyaj yapmayan gelin olur mu hiç? Kaş almayan kadın bakımsızdır! Arabanı yenilmezsen itibârın zedelenir…

Bâzen ahlâktan, edepten yana olduğu da olur el âlemin. Meselâ, anneler zaman zaman çocuklarına “Evlâdım, böyle yaparsan, el âlem ne der sana?” diye öğüt verir. Ama o annenin de evlâdın da gözden kaçırdığı bir şey var: Biz yaptığımız doğru ve güzel şeyleri, el âlemin rızasına değil, O’nun (c.c.) rızasına tâlip olduğumuz için yapıyoruz. O yüzden o iyi niyetli anne, “Evladım, böyle yapıyorsun ama Rabbin ne der sana?” dese keşke… Belki o zaman, çocuk da yapmak için direttiği yanlıştan annesinin bu sözü sayesinde vazgeçer, pişman olur. Müslümana yakışan tavır da budur. Bir şeyi birilerinden çekindiği için, birilerin dedisinden kodusundan korktuğu için değil yalnızca ve yalnızca O (c.c.) emrettiği için yapmak, O (c.c.) yasakladığı için yapmamak…

O halde bugün, el âlemin söylediklerine kulak tıkama günü. Bugün yapıp ettiklerimizi onun bunun terazisinde değil, imân ve akıl terazisine koyup, ölçüp tartma günü. Bugün neyi ne için yaptığımızın muhasebesini yapma günü…

Günümüz kutlu olsun…


GENÇ'ın Yazısı.