Her şeyin bir âdâbı varsa sokağın da olmalı, çünkü sokak bizim aynamızdır. Biz orası kadar temiz, orası kadar masum ve orası kadar güvenliyiz. Bu yüzden sokaktan şikâyet edenlerin önce dönüp aynada kendilerine bakmaları gerekiyor. Sokağı mamur olmayanın, kendi içindeki sokaklar temiz değil demektir. Kendi içini temizleyemeyenin sokağı da temiz olmuyor maalesef. Biz sokak âdâbına o yüzden kendi içimizdeki sokakları temizleyerek başlamak gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bunu başarabilirsek sokak âdâbı diye ifade ettiğimiz noktalar kendiliğinden hallolacak ve o zaman sokaklarımız da içimiz gibi tertemiz olacak.

Sokak olumsuz anlamlar çağrıştıran bir kelime. Hangi kelimenin önüne gelse ona da menfi bir anlam veriyor. Sokak çocuğu, sokak kavgası, sokak ağzı hemen aklımıza gelen birkaç kavram. “Sokak mı burası” sorusunun da olumlu çağrışımlar yaptırmadığı açık. Ama sokak hayatın bir gerçeği. Sokağa çıkmadan, sokaktan geçmeden yaşanmıyor. Öyleyse neden sokağa hep olumsuz anlam yüklemişiz, bunu biraz irdelemek gerekmiyor mu? Kendisini pek olumlamadığımız, bir an önce kendisinden kendimizi eve attığımız bu mekân aslında bizim karanlık yanımızı işaret ettiği için böyle oluyor olmasın sakın? Sokak bizim yüzleşmek istemediğimiz bir yanımız da belki bunu hiç böyle görmek istemedik. İstemediğimiz her şeyi kendisine attığımız, istemediğimizi kendisine terk ettiğimiz bu mekân bizi yansıtan bir aynadan başka bir şey değil de nedir ki? Orasının kalitesi ile kendi kalitemiz arasında doğru bir orantı var. Biz ne kadar düzgün, ne kadar doğru ve ne kadar seviyeli bir hayata sahipsek sokağımız da o kadar düzgün, doğru ve kaliteli. O yüzden nasıl hayatımızın her safhasında edebi gözetmeli, yaşamalı ve yaşatmalıysak, sokağımız da bundan nasibi almalı. İşte bu önce sokağın da bir âdâbının olduğunu kabul etmekten geçiyor. Nedir acaba sokağın âdâbı?

Her şeyden evvel önce şunun altını çizmek lazım: Eskimez ifadesiyle “şeref’ül mekân bi’l mekin-Mekânın şerefi orada oturanlarla mukayyettir.” Nasıl arkadaşımız bizim kim olduğumuzun aynasıdır, sokağımız da aynı şekilde aynamızdır. Biz orası kadar temiz, orası kadar masum ve orası kadar güvenliyiz aslında. Bu yüzden sokaktan şikâyet edenlerin önce dönüp aynadan kendilerine bakmaları gerekiyor. Sokağı mamur olmayanın, kendi içindeki sokakların temizlenmesi lazım önce. Kendi içini temizleyemeyenin sokağı da temiz olmuyor maalesef.

Sokak, Besmele ile Çıkılsaydı Bu Kadar Kirli Olur muydu?

Sokağa besmele çekerek çıkmalı. Sokaktan, sokakta olacaktan ve sokakta bulunandan Allah’a sığınmalı. Tıpkı Peygamberimiz gibi… O sallallahu aleyhi ve sellem sokağa çıkarken şu duayı okurlardı: “La ilahe illallahü vahdehu la şerike leh, lehul mulkü ve lehül hamdu yuhyi ve yümiytü ve huve hayyün la yemutu bi yedihil hayru ve huve ala külli şey’in kadir-Allâh’dan başka hiçbir ilah yoktur. Ancak tek o vardır. Onun ortağı yoktur. Öldürür ve diriltir. O diridir, ölmez. Hayır, onun yed-i kudretindedir. O, her şeye kadirdir.” Yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki: “Bir kimse evinden çıkarken, ‘Allah’ın ismiyle çıktım. Allah’a tevekkül ettim. Güç ve kuvvet ancak Allah’ın inayetiyledir’ derse ona: ‘Sana hidayet ihsan edildi. Bütün istediklerin verildi. Bütün kötülüklerden koruma altına alındın’ denir ve şeytan ondan uzaklaşır.” Herkesin sokağa Allah’a sığınarak, O’nun adı ile çıktığı bir toplumda sokak ne kadar güvenli, emin ve sükûnetli bir yer olurdu, değil mi?

Ne dikkat çekecek kadar gösterişli ne de etrafı rahatsız edecek kadar hırpani giyinmemeli. Elbisemiz sade ve temiz olmalı, ne gösteriş ne de düşüklük anlamında kişiliğimizin ve karakterimizi gölgelememelidir.

Biz ne kadar düzgün, ne kadar doğru ve ne kadar seviyeli bir hayata sahipsek sokağımız da o kadar düzgün, doğru ve kaliteli. O yüzden nasıl hayatımızın her safhasında edebi gözetmeli, yaşamalı ve yaşatmalıysak, sokağımız da bundan nasibi almalı.

Yol Almak İçin Yürü Yol Kesmek İçin Değil!

Sokakta itidalli ve sakin bir yürüyüş tarzı tutturmalı. Acele etmemeli, normal bir hız ile etrafı rahatsız etmeyecek, dikkat çekmeyecek bir tempoda yürümeli. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Yürüyüşünde mutedil ol. Pek yavaş veya süratli yürüme. Normal bir şekilde yürü.” (Lokman, 19) Yine çalım satarak, etrafı tahkir edici söz, davranış ve nazarlarla yürümemeli, mütevazı bir tavır ve tarz içinde olmalı. Kur’an’ımızın beyanı açık ve nettir: “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla arzı yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” (İsra, 37) Kitabımızın yürüyüşe bu kadar ayrıntılı dikkat çekmesi, adamlıkla yürümek arasında ciddi bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Sokakta yürümeyi bilmek ve adam gibi yürümek, sokağı da adam ediyor; bu kesin.

Bir eş, dost ya da yakın ile yürümenin de bir âdâbı vardır. Birlikte yürünüyorsa yol tamamen kaplanmamalı, refike hürmeten ne geri kalmalı ne ileri çıkmalı, eli omuza atmak, el şakası yapmak gibi hafifliklerden uzak durmalıdır. Beraber yürüdüğümüz bir büyüğümüzse onların önüne geçmemeli, her fırsatta önceliği onlara vermelidir.

Sokaklar çöplük değildir, oraya ne tükürmeli ne de çöp atmalıdır. Yoldan ya da sokaktan eziyet verici şeyleri gidermek büyük fazilettir. Eziyet verici şeyden kasıt ise hem maddi hem manevi şeyler olabilir. Ne zulme uğramalı ne de zalim olmalıdır.

Sokak Yeme İçme Yeri Değildir

Sokakta büyük bir zaruret altında kalmadıktan sonra kesinlikle bir şey yememeli, içmemeli, sakız çiğnememeli. Ebussuud Efendi, yolda bir şey yiyen insanın hafifmeşrep olduğuna hükmeder ve şahitliğini kabul etmezmiş.

Sokakta bakışları muhafaza etmeli, nazar ber kadem-bakışlar göz ucuna mıhlı şekilde yürüme gayreti içinde olmalıdır. Buna muvaffak olunamıyorsa da sürekli ve rahatsız edici bakışlardan geri durmalıdır. Bir Hak dostunun ifadesi ile “Arabanın plakasının olduğunu görürsün ama plaka okumaya yeltenmemeli.”

Sokakta zaruret yoksa telefonla da konuşmamalı. Hele hele insanların gözlerinin içine bakarak, yüksek sesle, kahkaha atarak yapılan görüşmelerle başkasında psikolojik bir vak’a olduğu izlenimi uyandırmamalı. Kulaklık takarak sokaktan ve insanlardan kopmamalı, her işin kendine mahsus bir mekânı ve zamanı olduğunu bilmeli.

Sokakta büyük bir zaruret altında kalmadıktan sonra kesinlikle bir şey yememeli, içmemeli, sakız çiğnememeli. Ebussuud Efendi, yolda bir şey yiyen insanın hafifmeşrep olduğuna hükmeder ve şahitliğini kabul etmezmiş.

Sokakta araba park ederken pencere önlerine ya da insanların geçeceği yerlere park etmemeye azami itina göstermeli.

Sokak ya da yol kenarında oturmamaya gayret etmeli. Böyle yapılmak zorunda kalınıyorsa o zaman şu hadis ile amel etmeli: Rasulullah aleyhi ve sellem ‘Yollarda beklemekten ve oturmaktan sakının’ buyurdu. Bunun üzerine, ‘Ya Rasulullah, yollarda işlerimizi konuşmak için duruyoruz.’ dedik. ‘O zaman yolun hakkını verin.’ buyurdu. ‘Yolun hakkı nedir?’ diye sorunca da ‘Gözleri sakınmak, kimseye eziyet vermemek, verilen selamı almak, marufu emretmek ve münkeri nehyetmektir’ buyurdu.

Sokak ile ilgili sözlerimizi “bizim zamanlar”dan bir İtalyan yazarın, Edmonda de Amicis’in gözlemleri ile bitirelim:

“İstanbul Türk halkı Avrupa’nın en nazik ve en kibar cemaatidir. İstanbul’un en ıssız sokaklarında bile bir yabancı için hiç bir hakarete uğramak tehlikesi yoktur; hatta namaz vakitlerinde bile camileri gezmek kabildir. Ve o vaziyette bir ecnebi bizim kiliseleri ziyaret eden bir Türk’ten daha çok hürmet ve riayet göreceğinden emin olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun, fazla mütecessis bir nazara bile, hiçbir zaman tesadüf edilemez. Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı hiç yoktur. Kapılardan, pencerelerden, dükkânlardan hiçbir kadın sesi aksetmez. Hiçbir fuhuş tezahüründen, hiçbir münasebetsiz hareketten eser görülmez. Çarşının kudsiyeti de camiden aşağı değildir. El ve kol hareketleriyle lakırdı bakımından büyük bir imsake tesadüf edilir. Halk arasında şarkıdan, kahkahadan, bağırıp çağırmadan eser yoktur. Sokakları tıkayarak herkesi rahatsız eden toplantılar görülmez.”


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.