“Secdeden gitti

Hüda’ya Naim”

Bazen durgunca, çok kere yumuşak edalı, samimi, alçakgönüllü bir zat. Mehmet Akif’in aziz ve kadim dostu. Akif’in ashaptan sonra en çok sevdiği kişi. Buhari mütercimi. Edebiyat ve mûsiki dostu. Garp ilminin aşığı ve ilim yolunda geçmiş bir ömür. Maddeciliğin amansız düşmanı bir felsefe alimi. Batı kültürü ile Şark irfanını şahsında mezceden büyük üstad: Babanzâde Ahmet Naim.

1872’de Bağdat’ta doğar. Son dönemin tanınmış ilim ve idare adamlarından Mustafa Zihni Paşa’nın oğludur. Tahsiline Bağdat’ta başlar. Manevi havası yüksek bir ailede yetişir. Rüştiye’den sonra İstanbul’a gelir ve eski adıyla Mekteb-i Sultani’yi, şimdiki adıyla Galatasaray Lisesi’ni okur. Burada iyi bir Fransızca eğitimi alır. Galatasaray’ı tarihinde görülmemiş bir başarı ile bitirir. Ardından dış işleri tercüme bürosunda çalışmaya başlar. Maarif Nezareti Yüksek Tedrisat Müdürlüğüne getirilir. Galatasaray’da Arapça okutur.

Kıraathane’de Kıraat

Şimdilerde sadece okey ve tavla oynanan, vakit tüketiminin mekanı olan “kıraathane”, Osmanlı’da gerçekten kıraathanedir. Devrin şairleri, yazarları ve sanatçıları bu kıraathanelerde kitap, gazete, dergi kıraat ederler, uzun uzun sohbetlerde bulunurlar. Kıraathane bir nevi ‘akademi’ olarak kullanılır. Hacı Mustafa’nın Çayhanesi de işte böyle bir akademidir. Mithal Cemal’in yazdıklarından öğrendiğimiz kadarıyla, Abdülhamit döneminde edebiyatçıların, Meşrutiyet’te İttihatçılar’ın karargahı haline gelen bu çayhaneye Mehmet Akif, Ahmet Naim, Fatin Hoca, Kara Kemal gibi şahsiyetler devam ederler ve çayhanenin üstündeki bir odada sohbet ederler. Babanzâde Ahmet Naim her akşam buraya gelir. Gazetenin içerisine gizleyerek getirdiği kitapları Akif ve arkadaşları ile müzakere eder. Bu kitaplar Muhiddin-i Arabi’nin ve İmam-ı Müberred’in kitaplarıdır.

Kütüb-i Sitte’nin ilk kısmını oluşturan Sahih-i Buhari, Kur’an’dan sonra en muteber kitap kabul edilir. Babanzâde Sahih-i Buhari’nin mütercimidir fakat tamamlamaya ömrü yetmemiştir. İlk üç cildini çevirir, Prof. Kamil Miras tarafından tercüme tamamlanır. Yaklaşık beş yüz sayfalık bir giriş yazısı yazarak hadis ilmine ne kadar vakıf olduğunu gösterir. Akif’e göre Arapçada bile böyle derin bir araştırma yoktur. Burada hadis metodolojisini efradını cami, ağyarını mani bir şekilde izah eder. Hadis ilmiyle meşgul olmaya başladığı zamanları asıl şahsiyetini bulduğu zamanlar olarak anar ve daha önceki zamanlarına acır. Bu tercümede ayrıca yepyeni bir metod ortaya koymuştur. Asıl hadis metinlerinin dışına çıkmadan kelime tercümeleri yapar. Ancak tercümenin daha iyi anlaşılması sağlamak için, ilave ettiği sözleri parantez içinde gösterir. Eklenen kelimeleri ve cümleleri okumasanız da mana anlaşılır. Bu titizliğin sebebi Allah Resulu’nın sözlerini olduğu gibi vermektir. Bu metod Arapça öğrenmek isteyenler için de faydalı olmuştur.

İki Bin Felsefe Terimine Türkçe Karşılık

Ahmet Naim Bey, Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızcayı mükemmel bir şekilde bilir. Arap edebiyatından seçtiği eserleri tercüme ve şerhleri ile Servet-i Fünun dergisinde yayımlar. Ünlü Fransız filozof Georges Fonsgrive’in eserini İlmü’n Nefs adı altında Türkçe’ye çevirir, burada iki bine yakın felsefi terime Türkçe karşılık bulur. Abbasiler dönemindeki tercüme çalışmalarında Yunan terminolojisine Arapça karşılık bulma çabasından bu yana bu kadar ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Terimlerin tam karşılığını ifade etmek için büyük bir titizlik gösterir. Bu muazzam çalışma devrin ilim erbabı tarafından takdirle ve hayranlıkla karşılanır. Fakat ne yazık ki sadece bir çalışma olarak kalır. Bu eseri üzerine İsmail Kara’nın özel bir makalesi mevcuttur. Ufak bir internet araması ile eser bulunabilir. Tecrid-i Sarih tercümesinde de aynı hassasiyeti gösterir. Türkçe’nin istiklalinin korunmasına dair yazıları vardır.

Kavmiyetçiliğe Karşı

Papalık tarafından İslam düşmanı ve İtalyan şarkiyatçı Laone Caetani’ye yazdırılan İslam Tarihi’ne dair reddiye makamında makaleler kaleme alır. Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’ine ve dinsizliğini ilan eden şiirlerine tepki gösterir. Meşrutiyet devrinde ortaya çıkan ve ırkçılık temayüllerini iyiden iyiye hissettiren Türkçülük cerayanına karşı İslam’da Davay-ı Kavmiyet adındaki eserini yazar. Kavmiyetçiliğin İslam’a zarar veren bir yol olduğunu ilim adamına yakışır bir üslupla dile getirir. Ayrıca İslam Ahlakının Esasları isimli bir eseri mevcuttur.

Mehmet Akif isimli eserinde, büyük şairimiz ile olan kadim dostluğunun renkli çizgilerini anlatır. Aralarında derin bir ülfet ve ünsiyet vardır. Mithal Cemal Kuntay ve Eşref Edip’in verdiği bilgilere göre Babanzâde, Akif’in ashaptan sonra en sevdiği zattır. Ve bu büyük sevgi hayatı boyunca devam eder. Şimdilerde Edirnekapı’da yanyana mahşer sabahını bekliyorlar. Babanzâde vefat ettiği zaman Akif’in hüngür hüngür ağladığı ve “sanki evim, barkım yıkıldı, ben de altında kaldım” dediği rivayet edilir.

Frenk Hastalığı

Mithat Cemal onun hakkında şöyle der: “Başı iki kısımda: Şark, Garb. İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu. Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim şaşılacak kudretle nüfuz ediyordu, fakat bu filozoflar şaşılacak acizlikle Naim’e nüfuz edemiyorlardı.”

İslam Birliği ve kardeşliği konusunda çok titiz ve dikkatli olup bu birliğe zarar verme ihtimali bulunan her harekete karşı çıkar. İslam birliği açısından sakıncalı bulduğu Arap İttihat Kulübü’nün isim ve kuruluşunu da tenkit eder. Kavmiyet ve cinsiyet davası gütmeyi İslam’ın varlığı için kanser kadar tehlikeli bulur ve bunu ‘yabancı bir bid’at’, ‘Frenk hastalığı’ olarak tanımlar.

13 Ağustos 1934’de, Pazartesi öğle namazının ikinci rekatında secdede iken Hakk’a yürür. Elmalı Hamdi Efendi’nin de dediği gibi “Verdi Ser Hamdi Bu Tarihe Cihan / Secdeden gitti Hüda’ya Naim”. Rabbimiz ona da, bize de rahmetiyle muamele eylesin. Amin


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.