Süt Nehri
İnsan yapısı nehirlerin koruduğu, duvarlar arasına terkedilen, bu ruhani şehrin bir benzeri yoktu.
Piramitler’in sırrı, Çin Seddi’nin sonsuza uzanışı, Patra’nın şok edici görüntüsü birleşti Angkor tapınaklarında. Doğa yardım etti ve rüzgâr sisi üflediğinde ağaçların kökleri binaları sardı. Kimse ayıramadı onları. Kök kesilse duvar yıkılır, bir tuğla oynatılsa devrilirdi ağaçlar. Toprak havalanıp kendi rengine boyadı tapınakları. Sular taştığında kimse yürüyemedi ormanda, ince bambu kayıklarla taşındı turunculara dolanmış rahipler. Angkor zümrüt ormanına hapsolduğunda kaplumbağa kralı sırtında taşıdı. Ejderhanın ateşi soğudu ve zümrüdü ankanın çığlığı yankılandı. Süt nehri akmaya devam etti uzak bir diyarda.
İlham verici olduğu kadar ürkütücü bir tarih, gezginleri tutsak eden doğa, tapınakların sisli geçmişi ve Khmerler’in karanlık suçları Kamboçya’yı tatilden çok bir macera beldesine çevirdi. Bu ülkeyi değerli kılan insanıydı. Huzur yüzlerine yansımış, gülümsemek servetleri olmuştu. Siem Reap: Angkor’un şehri. Yağmur ormanlarına saklanmış dünyanın en geniş ibadethanesi. Taşların arasına sıkışmış kuş yuvasından, gülümseyen yüzlerce Buda’ya, Cüzzamlı Buda’dan, Apsara dansçılarının kanatlanmasına kadar görülecek o kadar şey var ki! Angkor ne göstermek isterse ona rastlıyorum. Saatlerce beklediğim gün batımı saklanıyor. Bir anda cehennem koridorunda buluyorum kendimi, kararmış duvarlar daralıyor. Yollar beklenmeyen bir tapınağa açıldığında küçük kızlar ustalıkla soydukları ananas ve mango dolu sepetlerle karşılıyor bizi ve varlığından bile habersiz olduğum filler tepeye çıkarmak için müşteri bekliyor hımbıl ve aheste. Kocaman kayaların üstünde yol alırken, bir yandan da kulaklarıyla serinletiyor kendini. Bir sağa bir sola yalpalayarak ulu ağaçların gölgesinde ilerliyoruz.
Kamboçyalılar hamakta dinlenmeyi seviyor. Otobüs şoförleri turistleri indirir indirmez iki ağaç buluyorlar kendilerine. Hamakların birinde satıcı çocuklar sırayla dinlenirken diğerinde dilencilerin bebekleri uyuyor. Fakir bir ülke Kamboçya, aileler tek odalı evlerde, dükkânların deposunda yaşıyorlar. Bir mutfağı birkaç ev ortak kullanıyor. Kaldırım lokantaları kalabalık.
Her yıl milyonlarca turistin ziyaret ettiği Siem Reap Kamboçya’nın başkenti olmasa da gözdesi. Eski pazarı tuktukla* gezerken kadın kasaplara, seyyar manikürcülere, kaldırımda bulaşık yıkayan kızlara ve sokak lokantalarına rastladım. Yaşlı kadın elinde yuvarladığı haşlanmış makarnaları tavuk suyuna atıp, tezgâhtaki otlardan ekledi. Izgarada karidesler cızırdıyor, kestaneler külde çevrile çevrile kavruluyordu. Bisikletin pedalı dibimizden geçen arabalara, köşeleri sürtünen motosikletlere rağmen devamlı döndü. Karmaşanın bittiği yerde Fransız stili ihtişamlı oteller, pastaneler ve mağazalar başladı. Gülibrişimler pembe pembe açmış, mango ağaçlarından annemin küpelerini anımsatan henüz olgunlaşmamış, yeşil, sarı meyvalar sallanıyordu.
Muson yağmurlarında sular yükselip ağaçlar yarı beline kadar görünmez olduğunda, yüzen köy gölle beraber yükseliyor, yaşam taşan nehre rağmen devam ediyordu. Teneke damlardan, camsız pencerelerden oluşan evlerin içi olduğu gibi gözüküyordu. Askılara asılmış çamaşırlar, yatağında kıvrılmış yatan adam, nehrin sularında bulaşık yıkayan kadın. Okul binası koşturan çocuklarla doluydu. Yüzme bilmeyenler sıralarında can yeleğiyle otururken yaşlı balıkçı küçük biber tarlasından sebze topluyordu. Karakol boştu ve tek bacağı kısa sandalyede zar zor oturan polis sıkıntıdan turistlere el sallıyordu. Tonle Sap hem göldü hem de nehir. Uzak , çok uzaklarda karlar eriyip, yağmurlar çoğaldığında yaramaz bir çocuk gibi akış yönünü değiştirir , küçük bir nehirden kocaman bir göle dönüşürdü. Oysa bugün sakin, çocukların kıyıda yığılmış çöplere, yanlarında yüzen ölü balığa rağmen yıkanıp oyun oynadıkları, kadınların çamaşır yıkarken balıkçıların ağlarını topladığı bir nehir.
Lotus tarlalarında çiçekler açmış. Külaha benzer hasır şapkalarıyla pirinç toplayan işçilerin ayakları suda kaybolmuş. Yollar boş. Kamboçya gerçekten fakir bir ülke ama inançlarıyla yaşadığı için açık kalpli, doğa harikalarıyla gösterişli, geleneksel olduğu için de bir o kadar zengin.
İnsan yapısı nehirlerin koruduğu, duvarlar arasına terkedilen, bu ruhani şehrin bir benzeri yoktu. Gökyüzüne uzanan toprak renkli kubbeleri daha önce hiç görmedim. Kurak mevsimdeyiz ve sel baskınlarına daha çok var. Terk edilmiş görünseler de tapınakların ziyaretçileri her zaman oldu. Uzak diyarlardan gelen gezginler, Hindu din adamları dolandı koridorlarında. Kamboçyalılar şehri boşaltsa da tapınakları terk etmediler. “Angkor’u keşfettim” diyen yalancıydı. Yıllar önce ibadete gelen çok az kişi vardı. Fakat bugün binlerce ziyaretçisine rağmen yapayalnız tapınaklar. Dua eden üç beş rahipten fazlasını görmedim. Fil Terası’nda kırık bir taşa oturup mataramdan abdest aldım. Cüzzamlı Buda’nın yanında kıldım namazımı ve tapınak kucakladı beni.
*Bisikletle çekilen tekerlekli yolcu arabası
Hande Berra'ın Yazısı.