İnsanda Bulamadığımızı Eşyada Buluyoruz
Rabia Betül Toprak
En çok samimiyete, şefkate ihtiyacımız var şu dünyada… Kadifemsi hoşnutluklara. Vefaya. Üşütmeyen sabahlara… Bazı günlerin içinde didik didik iyilik aramaktan yorulur insan… En sonunda iyiye yorar ya kurtulur. Başka bir şey olarak var edilmiş olmayı dilemiyor değiliz çoğu zaman… İnsanca yaşamanın merhamet denklemine, yaşam literatüründe yer verilmiyor maalesef. Beşerin koyduğu kurallar; olması gerekenler, agresif topuzlar övülüyor, böylelikle ciddi olmanın havası bir başka…
Duygulara biçilen imaj ise, göz kamaştırıcı gerçekten(!).
Birbirimizde bulamadığımız her ne ise, garip gelecek belki ama bir eşyada bulabiliyoruz bazen. (Bir dakika, saçmalamıyorum.) Eşyada buluyor da, insana sitem ediyoruz… Birbirimize özen göstermemiz gerektiğini, suni bir yakınlıkla hissettiriyor eşyalar. Aslında bas bas bağırıyor aynalar… Fire veriyoruz insanlığımızdan, ince olmaktan, durup bir düşünmekten… Jestler samimiyetin önündeyse, karizmatik görünmek kazanıyor yalnızca… ‘Sen’ olmaktan uzak, uyuşturulmuş anlar, velhâsıl yoruyor plastik yaşamlar.
Şahitlik için görüyor, anın şaşkınlığına uğramış sitemkâr tarafım için kadraja alıyorum. Yok, yok aslında bizzat yaşıyorum. İki arkadaş konuşuyorlar ve biri diğerine diyor ki; ‘’şu kazağı al, rengine takılma yumuşaklığına bak, çok şefkatli…’’ Bir eşya ne kadar kendinden veriyor ona göre, ne kadar da naif öyle. Eşyaya şefkat teyellenmişse ‘o insan’ın gözünde, üzülürsün… Geldiğimiz durum kendine çeker, en onmaz haliyle insanlıkla kavga eder... Hız çağında tüketilen sevgiler, kontrolsüz dönemeçler ve sağlıksız kafalarda, rehin alınmış yarınlarımız varsa, yıprattığımız ‘defter’ in yanında, yara alan insanlar da var demektir… Ve o hak ödenmez. ‘O insan’ın iki eli yakanda olacak yarın. Allah kul hakkını sever mi sanıyorsun? Bilakis, en es geçmediği, en sevmediği… Hoyrat kimsenin yıkımına uğramış ‘o insan’ için olacağım yarın. İçim rahat, şu durumda mağlup olmanın kazancı ile ağzım, dilim lal olmayacak.
Yaşamın içindeki acımasızlıklar sizi bir kazakla bile farklı iletişimlere sevk edebiliyor demek ki. Görünümüne değil de, dokunuşuna bakıyorsunuz. Ya da artık eşyanın bile yormayanına yer veriyorsunuz. Kırk beş derecelik açıdan, doksan derecelik açıya emanet ediyor Rabbimiz diyorum. Bunun (görünenin) arkasında ne var? Böyle böyle genişleyecek açımız, acımız, tedebbür anlayışımız… Her ne kadar ‘Anı yaşa! Gamsız ol. Önce sen önemlisin. Kendini mutlu et.’ uyarıcıları iş başındaysa da sen ‘içine dön, ne diyor?’ diyen hatır sahibine, şimdi hepimiz adına çok teşekkür ediyorum…
GENÇ'ın Yazısı.