İslâm Benim Cennetim
Elif Varlık
“Ölüm” son zamanlarda dilimden düşürmediğim iki hece. “Mutluluk” ise benden uzak üç hece... Mutluluk yaşamayı öğretir insana. Hayatta kalabilmenin lezzetini tattırır insana. Peki ya dilimin ölüme olan esareti neydi? Gün ışığına çıkmamış, tıpkı gece gibi günahları örtercesine karanlıklara boğan, söylemek istediklerim, söylemeye çalıştıklarım ve söyleyemediklerim mi kopardı beni bu hayattan.
Ölüm’den korkmaz mı insan? Yitik kalmış duygularım tepkisiz bu isteğe. Şehid Şeyh Ahmed Yasin’in, “Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum.” sözleri inliyor içimde. Suçlu olmayı bilmek acizliğimi hatırlatıyor, nefsime kızıyor ve ölümü bekleyişim oluyordu pişmanlıklarım. Ölüm meleğini arar olmalı mıydı gözlerim? Yaralarım kabuk bağlarken merhem aradı durdu gönlüm. Ne el uzatanım vardı ne de kanayan yaralarıma ilaç… Neydi hayatın hassas gönüllere zulmü, ne babanın oğluna faydası vardı ne de merhamet edeni… Ölüm hak olduğu gibi acıydı elbet belki de acılara bir son... Sıratım olmalıydı ölüm, Hakk`a aşka götürmeliydi, efendime hasret gönlümü kavuşturmalıydı, vuslatım olmalıydı. O güzeller güzeli ki şefkatiyle gönülleri sızlatmış, gözlerden yaşları akıtmış, zalim ahlâkına boyun eğmemiş, kararmış kalpleri gusletmiş.
Neydi insana ölümü sevdiren, hayatın lezzetinden koparan, acılarıyla toprağa boğan… Maneviyatı alıp maddileştirmiş miydik hislerimizi? Sevgiyi, merhameti, ahiretimizi mi satmıştık? Heveslerinin zevkine aldanmış nefislere… Haketmiş miydik yüzünü şeytana dönmüş sahte sahte gülümseyen yüzleri görmeye? Peki, parayla mutlu olacağını sanan merhametten yoksun, kararmış kalplerin cehennemi anımsatan kibirli hayatları… Ne bir baş okşayan vardı etrafımızda ne de mutlu olmayı bilen… Asıl huzurun parayla değil de, ahlâkla olduğunun farkındalığını hissettiren temiz kalpler. Gönül bunlara hasretti ama hasretin sonu sana kavuşmaktı belki de ölümü sevdiren sendin. Ümmetini özleyişin sana gelmeye sebepti. Ölüm sana susamaktı, vuslatın sonunu bilen nasıl olur da içmez o sudan doya doya, kana kana içmeli.
Ah, Efendim, huzuruna mahcup bir yürekle mi gelmeliydi nefsim. Bir rüzgâr savrulsa da dökülse günahlar bedenimden. Gönüllerimiz seni arzularken Efendim, tebessümle bakan bir gülüşün huzursuzluğumuza huzuru, sevgiye hasret gönüllerimize mutluluğu öğretecek, pişmanlıklarımızı dökecekti.
Cennete kavuşmanın yolunu zorlaştırdı nefsimiz. Bizler zoru seçtik. Cehenneme koştu, yaşı daha küçük aciz gençlerimiz. Yol ateşe koşmak oldu şeytana asker olmak . Oysa “İslâm” ne çok severdi heveslerinden, nefsinden vazgeçmiş masum pak kalpli mahşerde gölgelendirmeyi arzulayan genç müminleri. Yaradan denizler dolusu günahlarımıza rağmen ne çok merhamet ederdi. Kutsal kitabımızdaki müjdeleri yetmez miydi? Senin kahrın da hoş lütfun da hoş Allah’ım. Cennetine alabilmek için ne çok kapı açmıştın bizlere ama biz kapattık o kapıları ellerimizle. Kor düştü nefsimize, hapsetti bedenimizde. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.(Maide 44) Ne güzel buyuruyorsun ne de hoş söylüyorsun. İdrak edemedi kirli kalpler içlerini kirlettikleri gibi mahvettiler hayatı. Zulüm, eğlenceleri oldu. pas tuttu bahşettiğin kalbi mühürlettiler, insan olabilme şerefini ezdiler. Hükümlerinin geçmediği Müslümanlığın sadece kimlikte geçtiği batılılaşmayı hak bilen beşer aciz birinin ilkelerini, hükümlerine tercih eden bazı insanların hayatı çamurlaştırdığı topraklarda yaşamanın ızdırabını yaşıyor. Şikâyetlerimizi sana haykırıyor, yalnız senden medet umuyoruz.
Cahiliye dönemini yaşıyor karanlıklarda kaybolan dünyamız. Zalimlerin ahkâmını sadece dünyada kestiği kalplerinden merhametin eksik olduğu rahmetin tecelli etmediği firavunlaşan, insan olamayan insanlar yaş akıtıyor, zulmün başkenti Filistin’de, Çeçenistan’da, Arakan’ da… Ve nice zulüm gören İslâm ülkelerinde kan akıtıyor zalimler. Ahirette elleri yakalarına yapışacak yetimler ağlıyor. Güneşler yerini geceye veriyor. Hüzün hiç bu kadar acı vermemişti, hiç bu kadar yakmamıştı yürekleri, hiç bu kadar uzun sürmemişti ve sürmeyecekti. Direniş hak ettiği mükâfatı görecek. Semada tekbir seslerini inletecek. Zalim, boynunu eğecek ve pişmanlıkları fayda vermeyecekti. İşte o gün o hesap gününde herkes hak ettiğini bulacak. Direnişçilerin yüzü gülecek, ümmet olabilmenin lezzetini tadacaktı. Ölüm onlar için güzeldi, ebediyete yolculuk, sevgiliye kavuşmaktı. Cennet; asıl saadetin senden geldiğini bilen dünyalık heveslerinden vazgeçmiş kul olabilmeyi bilen, “insan” olabilmeyi bilenler içindi.
İslâm ki; yeniden doğuş, hür olmak, cehaletten kurtuluş, insan olabilmek demek. Varlık insanla insan da İslâmla anlamlaştı… İnsan olma, kul ve ümmet olabilme şerefi verildi bizlere. Biz yoktuk var edildik… Sonsuz nimetler serildi önümüze, sevmeyi merhamet etmeyi yükledi kalbimize, İslâm benim hürriyetim, ahiretimin künyesi İslâm o güzeller güzeli sevgiliye gidişim, İslâm benim Cennet’im…
GENÇ'ın Yazısı.