Ünlü Taftan Çölü’nü geçip İran’ın en güneyindeki Zahedan şehrine ulaşacak, Zahedan’da kaçakçılarla anlaşıp Pakistan’a girecektik. Oradan da Pakistan’ın Kuetta şehrine hareket edecek, Kuetta’daki Afgan kaçakçıların yardımıyla da Veziristan’a ulaşacaktık. Şimdiye kadar birçok savaş bölgesinde, heyecanı yüksek coğrafyada gazetecilik yapmış, riskli yolculuklara çıkmıştım. Fakat ilk defa sınırları kaçak yollarla geçecektim.

Afganistan’a olan ilgim aslında çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor. O zamanlar babam “İslam” annem de “Kadın ve Aile” isimli bir dergi okurdu. İslam dergisi evimize gelir gelmez ben babamın koltuğunun altından dergiyi kapar ve heyecanla İslam dergisinin İslam dünyası sayfalarını açardım. Sonra da büyük bir heyecanla sayfalar arasında kaybolup giderdim. O zamanlar Afgan-Rus savaşı vardı ve dergideki Afgan mücahidlerin Ruslara karşı elde ettiği zaferleri okumaktan büyük bir zevk alırdım. Bizim evde de sık sık Afganistan konuşulur, mücahidlerin kahramanlıklarından bahsedilirdi. Âlem-i İslam’ın verdiği hürriyet mücadelesinin, Müslümanların yaşadıkları sıkıntıların konuşulduğu bir evde büyüdüğüm için çocukluk kahramanlarım da Müslüman önderlerden oluyordu. Bundan dolayı da sık sık elimdeki İslam dergisiyle beni kimsenin göremeyeceği bir odaya çekilir sonra da o dönemin ünlü Afgan komutanları Ahmet Şah Mesut, Burhaneddin Rabbani ve Hikmetyar’ın resimlerine bakıp uzun uzun hayallere dalardım.

VEZİRİSTAN’A GİTMELİYİM

Yıllar geçse de Afganistan’ı hep içimde yaşatmıştım. Afgan Müslümanların ellerindeki kıt imkânlara rağmen önce Rus, sonra da Amerikalılara, ehli küffara karşı verdikleri destansı mücadele beni heyecanlandırıyordu. 2006 yıllarının ortalarına doğru artık birkaç yurtdışı tecrübesi edindikten sonra Afganistan’a gitmeye karar verdim. Fakat NATO askerlerinin hâkim oldukları başkent Kabil’den ziyade Afgan ve yabancı direnişçilerin ana karargâhı olarak kabul edilen Veziristan’a gitmek istiyordum. Bütün gazeteciler başkentin bulunduğu kuzeye gidiyor, içinde birçok riskler barındırdığı için ABD’nin sürekli bombaladığı, daha çok Afgan silahlı grupların bulunduğu güneye gitmeye yanaşmıyorlardı. Bu da Afganistan’da yaşananlar hakkında gerçek bir fotoğraf elde edilmesini engelliyordu. Ben ise çoktan kararımı vermiştim. Bir şekilde Batı basını tarafından dünyanın en tehlikeli bölgesi olarak nitelendirilen Veziristan’a girecektim.

ELÇİLİKTEN VİZE ENGELİ

İlk önce beni girilmesi bir hayli zor olan Afganistan-Pakistan sınırındaki Veziristan bölgesine ulaştıracak kişilerle irtibata geçtim. Eğer önemli bir bölgeye girecek, önemli kişilerle röportajlar yapacaksanız mutlaka size aracılık edecek kişileri çok iyi seçmelisiniz. Yoksa başınıza hiç düşünmediğiniz, hesaba katmadığınız şeyler gelebilir. Önce beni Veziristan’da karşılayacak olan aracılarla anlaştım. Sonra da yolculuğum esnasında bana refakat edecek, yardımcı olacak bir arkadaşla vize almak için İstanbul’daki Pakistan Konsolosluğu’na gittik. Gazeteci olduğumu söylememe, bunu ispat etmeme rağmen Pakistan Konsolosluğu bize vize vermek istemedi. Bir süre konsoloslukta bekledikten sonra sadece bize değil; konsolosluğa gelen gençlerin çoğuna vize verilmediğini fark ettim. Konsolosluktaki görevli polise bu uygulamanın sebebini sorduğumda ise Amerika’nın bu sıralar Pakistan’a yoğun şekilde baskı yaptığını, mücahidlere benzeyenlere, özellikle de gençlere vize verilmemesini istediğini söyledi. Bütün uğraş ve çabalarımıza rağmen İstanbul’daki Pakistan Başkonsolosluğu’ndan vize alamadık. Oysa Afganistan’a Pakistan üzerinden gidecektik, bundan dolayı da mutlaka Pakistan vizesine ihtiyacımız vardı.

YOLA ÇIKAN VARMASINI DA BİLİR

Fakat benim pes etmeye hiç de niyetim yoktu. Çünkü, eğer pes etmez, azim gösterirse yola çıkan kişinin mutlaka menziline ulaşacağına inanıyordum. Yol arkadaşımla birlikte bu sefer de Ankara’daki Pakistan Büyükelçiliği’nden vize almaya karar verdik. Pasaportlarımızı ceplerimize koyup, çantalarımızı sırtımıza attıktan sonra Ankara’nın yolunu tuttuk. Fakat ABD bu sıralar Pakistan’a yoğun şekilde baskı yapıyorsa Ankara’daki büyükelçilikten de vize alamayabilirdik. Böyle bir risk hala vardı. Fakat bir şekilde vize almanın yolunu bulmalıydım. Bu sefer gazeteci olduğumu söylemeyecek, farklı bir yolla vize almaya çalışacaktım. Fakat bu yolun ne olacağı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu düşüncelerin eşliğinde arkadaşımla birlikte Pakistan Ankara Büyükelçiliği’ne girdik. Büyükelçilik binasında vize sırasında beklerken Tebliğ Cemaati’nden olduklarını söyleyenlere hemen vize verildiğini fark ettim. Sıra bana gelince görevli memur bana da Pakistan’a niçin gittiğimi sordu. Biraz yüzüm kızararak, biraz da kekeleyerek tebliğ için gittiğimi söyledim. Fakat üzerinde kot pantolunu olan, spor giyimli biri olarak hiç de Tebliğ Cemaati’nden birine benzemiyordum. Zaten beni uzunca süzen memurun bakışları da Tebliğ Cemaati’nden olduğuma inanmadığını ele veriyordu.

HAYALLERİMİZ TEKRAR SUYA DÜŞÜYOR

Ankara’daki büyükelçilikten de vize alamadık. Konsolosluktaki görevli memur pasaportumdaki vizelerin hep tehlikeli, savaş bölgelerine ait vizeler olduğunu bundan dolayı da bana ve arkadaşıma vize veremeyeceklerini söyledi. İstanbul’dan sonra Ankara’da da vize alamamam sinirlerimi iyice bozdu. Görevli memurdan beni Pakistan Büyükelçisi ile görüştürmesini istedim. Biraz gürültü çıkardıktan sonra büyükelçi görüşme talebimi kabul etti. Vize konusunda tekrar umutlanmıştım. Fakat büyükelçiyle konuştuktan sonra umutlarımın yersiz olduğunu anladım. Şekli ve davranışlarıyla Pakistanlılardan çok Amerikalılara benzeyen büyükelçi önümüze bir sürü prosedür çıkardı. Büyükelçinin istediği evrakları tamamlamamız haftalar sürebilirdi. Bu evrakları tamamladıktan sonra vizeyi almamız da şüpheliydi. Amerika Pakistan’a baskı yapıyor, direnişe katılmak için Afganistan’a giden direnişçilerin geçişini engellemek istiyordu. Bundan dolayı da yaşları 18 ile 30 arasında olanlara Pakistan tarafından vize konusunda zorluk çıkarılıyordu. Çünkü Pakistan yöneticileri kendilerine ABD’nin isteklerine bire bir uyma gibi bir misyon edinmişlerdi. Böylece bizim hayallerimiz tekrar suya düşmüş oldu.

SINIRLARI KAÇAK GEÇECEĞİZ

Yola çıkmaya niyetlenmişken geri dönme, Afganistan’a gitmekten vazgeçme gibi bir olasılığı asla düşünmek istemiyordum. Ne yapıp edip dünyada sadece birkaç ünlü gazetecinin girmeyi başardığı Pakistan-Afganistan sınırındaki Veziristan’a girmeliydim. Yol arkadaşımla bir süre kendi aramızda konuştuk. Bütün ihtimalleri değerlendirdik. Sonunda Pakistan’a kaçak yollarla girmeye, oradan da yine kaçak yollarla Veziristan’a ulaşmaya karar verdik. Evet, kabul ediyorum aldığımız karar çılgınca, son derece riskli bir karardı. Fakat karar verdiğim, çok istediğim bir şeyi gerçekleştirme düşüncesi benim için her türlü riskten çok daha güçlüydü. Şöyle bir yol izleyecektik. Önce otobüsle Ağrı’ya gidecek, Ağrı’da bizi bekleyen arkadaşımızda bir gün kaldıktan sonra Ağrı’dan İran’a geçecektik. İran zaten Türk vatandaşlarından vize istemiyordu. Ünlü Taftan Çölü’nü geçip İran’ın en güneyindeki Zahedan şehrine ulaşacak, Zahedan’da kaçakçılarla anlaşıp Pakistan’a girecektik. Oradan da Pakistan’ın Kuetta şehrine hareket edecek, Kuetta’daki Afgan kaçakçıların yardımıyla da Veziristan’a ulaşacaktık. Şimdiye kadar bir çok savaş bölgesinde, heyecanı yüksek coğrafyada gazetecilik yapmış, riskli yolculuklara çıkmıştım. Fakat ilk defa sınırları kaçak yollarla geçecektim. Türkiye’de Veziristan’da neler olup bittiği, Afganistan’da neler yaşandığı ile ilgili haberler daha çok Batılı ajans ve haber kaynaklarından gelen bilgilere göre yapılıyordu. Her ne olursa olsun bu tekeli kırmalı, Afgan Müslümanlarla ilgili Türkiye’ye doğru bilgiler taşımalıydım. Benim için son derece anlamlı olan bu görevi gerçekleştirmek için her türlü risk alınabilirdi. Yola çıkmaya karar vermiştik; fakat başımıza neler geleceğinden, bizi nelerin beklediğinden habersizdik.

(Devam edecek)


Adem Özköse'ın Yazısı.