Birazcık tefekkürü olan o meşum soruyla yüzleşmeden yapamaz: “Biz nerede yanlış yaptık?” Başbakan birkaç zamandır bu soruyu  dillendiriyor. Sinan Erdem’deki Kutlu Doğum etkinliğinde de aynı soruyu gündeme taşıdı:

“Bu coğrafya neden kanla, gözyaşıyla, acıyla anılan bir coğrafyaya dönüştü? Neden her köşeden feryat yükseliyor? Neden yakın  çevremizde, havaya küller savruluyor? Neden çocuklar ölüyor, neden kadınlar umutsuzluk içinde, çaresizlik içinde kıvranıyor? Yoksulluk  neden bu coğrafyanın kaderi hâline geliyor?”

Evet, nedir sebep? Bu coğrafyanın zenginlikleri mi? Müstebit diktatörler mi? Tarihin taşınamaz hâle gelmiş yükü mü? Zihniyet mi?  Nedir? Başbakan’ın aslında bir cevabı var sorduğu soruya:

“Bütün sosyolojik, siyasi, ekonomik, jeopolitik analiz ve değerlendirmelerin ötesinde, en önce kalbimizi, ruhumuzu yoklamak  durumundayız. Hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmek zorundayız. Bizim neslimiz de dâhil olmak üzere, genç nesiller, çok  büyük meselelere, bölgesel, küresel meselelere günlerimizi, gecelerimizi ayırdık. Sabahlara kadar çay eşliğinde yapılan  sohbetlerde gençler ülkeleri kurtardı, çağları kapattı, çağları açtı, İslam coğrafyasının her meselesine teorik çözümler üretti ama alt  kattaki komşu yatağa aç girmişse, üst kattaki komşunun oğlu, okula gitmek için yol parası bulamıyorsa, tüm o teorik tartışmaların bir karşılığı olabilir mi?”

Dert, başkasının derdiyle dertlenmekte yani, gerisi hikâye… Biz kendimizle fazla meşgul olduğumuz günden bu yana kendimiz  olmaktan çıktık.


Mehmet Köprülü'ın Yazısı.