Aralık 2014 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Hem anlam, hem üslup bakımından gayet iyi başlamış, iyi ilerleyen, ama sona doğru biraz dağılan, yorgunluk emareleri hissettiren bir yazı kaleme almışsın. O da olmasa neredeyse dört dörtlük bir yazı diyebilirdim ve tereddütsüz ‘ayın yazısı’ seçerdim. Bu haliyle de ‘Ayın Yazısı’ olabilir durumda. Bu notu düştüm ki, daha da iyisinin peşine düşesin; baştan sona aynı kıvamda ilerleyen yazıların ‘duası’nı yapabilesin. Yolun açık olsun. Sabırla, gayretle devam.

Melih Turan

Hep dikkatle kendine çağırır bizi bir ayet; ‘Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?’ diye. Öyle büyük bir şey midir ki bu dua değerimiz, önemimiz ona göre olsun? Sahi insan ne için dua eder ki? Ne bekler dualara cevap veren Mucib’den?

Her namaz sonrası edilen dualar, hususi gecelere saklanan dualar vardır ya hep. İşte bunlar hep biziz. Ne dua ediyorsak biz oyuz demek ki. Dua demek başlı başına bir fiil demek. Dua demek harekete geçmek demek. Dua sadece elleri göğe, dudakları isteklere açmak değil. İhtiyacını bilip onu fiilen istemek, talep etmek de dua. Sınavı kazanmak için derse çalışmak da dua.

İşte insan böyle bir baksa kendine. Ettiği dualara. Daha doğrusu yaptığı işlere bir baksa. Taleplerine göre ölçülmez mi insan? O yüzden bir duası, bir talebi olmayanın ne ehemmiyeti olur. Ne beklenir talebi olmayan kuldan.

Dava da aynı ‘dua’ kökünden gelir ya. O yüzden şöyle de diyebilir miyiz; ‘Davamız yoksa ne ehemmiyetimiz var?’ Peşinde koştuğumuz, uğruna gözyaşı döktüğümüz, yolunda cefa, rahında eza çektiğimiz, his ve hevesimizden feragat ettiğimiz bir davamız yoksa ne ehemmiyetimiz var bizim? Hele ki İslâm’ın fedailere dava erlerine ihtiyacı olduğu böyle bir dönemde ne değerimiz kalır.

İnsan mahiyeti ne ise himmeti de odur derler. Himmeti de gaye biçtiği neticeye göre ölçülür. Öyle ise ey genç nefis, bütün emelin nefsini tatmin etmek olursa nefsinden öte nereye geçeceksin? Bir insan sadece damak ve mide arasını süslemek ile geçiriyorsa ömrünü kazancı ne ola ki! Duası nefsi olanın neticesi birkaç metrelik mezar çukurunu aşar mı?

Unutmayalım ki sahabeleri, dava adamlarını kıtalar ötesi kutsal mesajı yaymaya en büyük etken himmet ettikleri dava olmuştur. Dava etmek demek bütün vücuduyla, aşkıyla, şevkiyle bir maksada teveccüh ederek, kendini o davaya adamak demek. Dava insanı adanmışlıkla hedefine bürünen bir ok misali. Himmeti milleti olan tek başına bir millet işte dava sahibi.

Arabistan çöllerinden Çin’in dağlarına, İspanya’nın denizlerine, İstanbul’un surlarına kadar götüren bir davaya bizim de şimdi ihtiyacımız yok mudur?

Biz gençlere elzem, gözyaşı ile sulanmış, ihlas nefesi ile üflenmiş, fedakarlık değirmeninde harmanlanmış, aşk u şevk ile ateşlenmiş bir dava. Yoksa inanın bir ehemmiyetimiz kalmıyor.

Bir insanın en değerli ve verimli evresinde temellerini atacağı bir davası yok ise namazdan sonra edilen dualara maddi ve bencil istekler kalıyor. Bir dai oluyoruz doğru ama fedai olamıyoruz. Uğruna can, umuduna ümit verdiğimiz emellerimiz olmayınca yağmursuz, rahmetsiz bulutlara dönüveriyoruz. Oysa rahmet ile kuşansak öyle bir davaya adansak elbet bizden çıkan yağmur gelecek neslin arzında çiçek açtıracak. Zerre kadar dahi olsa hiçbir emeği zayi etmeyen bir Allah hiç davamızı geri çevirir mi? Amma önce dua, önce dava. Evvel emek emek gayret etmek. Sonra neticeyi Hakk canibinden beklemek.

Evet, talebimiz, davamız ne ise emeğimiz o olacak. Emeğimiz himmete, himmetimiz ne ise beraber yatıp kalktığımız duamız o olacak. Öyle ise soruyorum davamız yoksa ehemmiyetimiz ne olacak?


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.