Bir Fidan Gibi Hayata Tutunmak
Şerife Yılmaz
Çeşitli sebeplerle kırılmış, bozguna uğramış bir çiçek dalını, yeni bir saksı içine oturtup özenle etrafını toprakla sarıp sarmalayıp ilk can suyunu vermek… Güneş alan bir yere dikkatlice yerleştirip beklemek… Boşa çekilen bir kürek gibi... Zaman geçer, geçer, geçer... Umutsuzca her gün kontrol ettim. Ve bir gün o hasta ve cılız dalın kenarından küçücük bir filiz ile yaşam mücadelesinde zafere ulaştığını sevinçle izledim. İşte mucize!
Defalarca kırıldığım aklıma gelir, uzun kış gecelerinde öldüğüm, İstanbul`da yaşamaktan yorulduğum, televizyonda izlerken Afrika`yı, Filistin`i, liğme liğme çürüdüğüm… Küçücük bir bitki toprağa ve güneşe sarıldıkça hayata yeniden tutunabiliyorsa, evet ben de yapabilirim.
87 yaşında bir dedem var. Kışları bizimle yaşar, yazları köyüne döner. Ömrünü geçirdiği köyünde yaşıtı kalmamış, yıllarını paylaştığı eşini birkaç yıl önce toprağa emanet etmiş. Artık eskisi gibi dağlarda gezdirdiği inekleri yok. Günün ilk ışıklarında tarlasında çapa yapmak için yola düşmüyor.
Her zaman ciddiydi dedem. Saygılı, mesafeli, otoriter ve beyefendi… Küçük köylerde hayat dolu doludur. Yapılacak günlük yüzlerce işin yanında bol bol sohbetler edilir. Televizyonun insanı meşgul etmediği zamanlarda hayvanlar ve tarlalar haricinde sadece iki konu konuşulur. Hükümet ve köyde yaşayan kadınların, erkeklerin dedikodusu… Siyasetten uzak duran bu adam, nezih ahlâkı sebebiyle dedikoduyu da sevmez. Zaten dedikodudan uzak tutmak için çabaladığı üç kız yetiştirmektedir. Kurtuluş savaşı gazisi babasına her gün yemek götürüp eliyle besler, inekleriyle yorgun dağdan döner, son bahçe işlerini bitirip altın kafesine girer. Öyle ya da böyle dolu doludur hayatı. Artık hepsinden uzaklaşıp, İstanbul`da bir apartman dairesinin penceresinden karşıdaki dağa bakmakla yetiniyor.
Yüksek tansiyon bir gözünü aldı ne gam! Diğeri ile hâlâ Kur’an ve dini hikâyeler kitabı başucunda. Dağda düşmesinden sonra kalçasına takılan platinin faydası var mı bilmem camiye haftada bir gidebilmesine ama bitmeyen ağrılar, ağrılar, ağrılar… Yıllarca ince ince kıyılıp kuzinede kavrulup kâğıtlara sarıp içtiği tütünlerin bitmeyen öksürük nöbeti hediyeleri…
Gördüğüm şu ki: Aynı saksıda hayata tutunan çiçeğim gibi dedem de hayata tutunuyor. O seviyor diye akşamları patlattığım mısırları avuç avuç yiyor… Çocuk gibi mutlu… Biz de onu seyrederken…
Oğluma sıkı sıkı tembihliyorum;
-Bırak hangi kanalı izlemek istiyorsa onu açsın
-Bırak eti pufların hepsini yesin
-Tuvalette çeşmeyi açık unutunca ona çaktırmadan gizlice git kapat
-Yere döktüğü yemek kırıntılarını o tuvalete gittiği beş dakikalık sürede hemen temizle üzerine basılmasın.
Süper! Tam puan. Tam puan. Tam puan. Ben işteyken çok güzel bir can yoldaşı oldu Allah ondan razı olsun.
Ara sıra bizimle kızmabirader oynuyor, televizyon izleyip kimi sanatçıları beğeniyor, Michael Jackson’ın ayda yürüme dansına meydan okuyor, ben de yaparım deyip taklit ediyor, anneannemin genç kızlığında onu nasıl evlenmeye ikna ettiğini anlatıyor, bize kendi çocukluğunun bilmecelerini soruyor, askerdeyken yazdığı şiirleri ezbere (hâlâ!) okuyor...
O hayata tutunuyor. Tek ihtiyacı biraz toprak biraz güneş…
GENÇ'ın Yazısı.