Bu sene Kutlu Doğum’un ana teması merhamet eğitimi oldu. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in öncülüğünde başlayan  kampanyanın amacı Başkan’ın ifadeleri ile “toplumda sıradan bir acıma duygusunu harekete geçirmenin ötesinde filli bir merhamet seferberliği başlatarak farkındalık oluşturmak”tı. Çok doğru ve yerinde bir kampanya aslında, ancak merhamet eğitimi  seferberliği istenilen neticeleri verebilir mi, doğrusu emin değilim.

İki nedenden dolayı…

Birincisi merhamet kavramı toplumda maalesef acımak gibi kimilerine itici gelebilecek bir eksik algıyla malul. Bu kavram, çoklukla,  İbrahim Tatlıses’in meşhur ettiği replikteki gibi: “Benden nefret et ama bana acıma” şeklinde algılanıyor. Kimse kendisine merhamet istemiyor, çünkü bunu zayıflık olarak düşünüyor, ötekisine merhamet ise lütuf gibi görülüyor. Bu eksikliği tamir etmek için kavramın  algılanışına yönelik çalışmalara yoğunlaşılabilir.

Daha önemli bir neden ise merhametin son tahlilde koşulsuz bir sevgi ve hoşgörü algısına hizmet etmesi tehlikesidir. Merhamet  çok temel bir kavramdır amenna, ama ondan daha önemlisi adalettir. Merhamet adaleti temin ettiği ölçüde makbul ve muteberdir.  Siyaseti makyavelci ve ekonomisi liberal bir sistemin sosyal hayata yönelik merhamet vurgusu varolan eşitsizlik ve adaletsizlikler karşısında tam tersi bir etkiye yol açabilir. Bunu gidermek için merhamet kadar adalet vurgusu da yapmak gerekir. Tabii Peygamber  Efendimiz’in hayatından cımbızla alınmış “eklektik” merhamet vurgularının yerini gerçekçi “adil” okumaların alması da şarttır.


Mehmet Köprülü'ın Yazısı.