Zeynep Adanır

İki gündür Mustafa Kutlu’nun “Akasya ve Mandolin” adlı kitabını okuyorum. Bir deneme kitabı okuyup da deneme yazmamak olur mu? Mustafa Kutlu’nun dili sade, pürüzsüz ve anlaşılır, özellikle betimlemelerine bayıldım. Ve büyük bir öykü yazarının çok gezmemiş olmasına şaşırdım. O kadar derin ve geniş bir hayal dünyasına sahip olmak çok gezip görmekle olur zannederdim. Meğer öyle değilmiş, bu bir yetenek ve ilham perisinin ince dokunuşları sayesinde gerçekleşiyormuş.

Mustafa Kutlu, Akasya ve Mandolin’de gezip gördüğü yerleri eleştirel bir gözle ele almış, bazı tarihi mekanların bakımsızlıktan yok olacağı endişesi ile hemen onarılması için yetkililere seslenmiş. Çok ince bir davranıştır aslında bu, doğrudan sözle veya bir dilekçe ile bunların tümü dile getirilebilirdi ama yazılan ve kitaplaşan her cümle gelecek kuşak için tarih oluyor. Herkesin bu bilince sahip olması ve etrafına o gözle bakması için bu kitabın yazılması gerekiyordu. Ben şimdiye kadar birçok yer gezmeme rağmen ne kadar boş gezdiğimi öğrendim. Gittiğim yerlerle ilgili en azından bir gezi yazısı yazmam, gördüğüm olumsuzlukları dile getirmem ya da kaleme almam gerekirdi. Mustafa Kutlu bu kitapta öncelikle bana bu bilinci öğretti.

Kitaptaki denemelerin çoğu İstanbul üzerine yazılmış. Kitap ayrı güzel ama İstanbul’dan bahsetmesi çok daha güzel olmuş. İstanbul zaten bende başkadır çünkü İstanbul, benim tarihim, geçmişim ve ecdadımdır. Ve İstanbul’u gezmeye Eyüp Sultan’dan başlamak adaptandır. İşte sahabeye ve ecdada duyulan saygının en büyük göstergesi. Eyüp’teki tepenin adı Pierre Loti. Pierre Loti, Fransız bir yazar ve Türk dostu imiş. Bu yüzden tepeye bu ismi vermişler. Benim ecdadımın yattığı yere neden bu isim veriliyor bir türlü anlam veremiyorum. Nice âlimimiz, şairimiz, yazarımız var en başta orda Allah Resulü`nü gören bir sahabemiz var. Bunların tümü İstanbul’u Pierre Loti kadar sevmediler mi? İstanbul’a onun kadar değer vermediler mi? Ben de buradan o tepenin isminin değişmesi için yetkililere sesleniyorum. Ve en kısa zamanda o ismin değişmesini umuyorum.

Mustafa Kutlu daha o zamanlar Eyüp’te yapılması düşünülen teleferik hakkında endişelerini dile getirmiş. 2005 yılında teleferik yapıldı ve şimdi 2014 yani 9 yıldır maalesef ordaki mezarların üstünden salına salına gidiyor. Ne kadar acı bir durum ki turistler teleferikle mezarların üstünden geçmenin keyfini çıkarıyorlar. Bırakın turisti milletimiz bile bu durumdan hoşnut. Ecdadın üzerinden salına salına keyifle giden birinden ne saygı beklenir ne edep. Ve sonra deriz ki “bu gençlik nereye gidiyor?” niye bu kadar şaşırıyoruz? Biliyor musunuz nereye gidiyor? Tam da bizim çizdiğimiz yolu takip ediyorlar. Şimdi hata kimin? Bürünmediğimiz bir kişiliğe onları bürümek istiyoruz. Sizce buna hakkımız var mı?

Değerlerimiz teker teker yok ediliyor, biz ise bu durumda gözümüz açık bir şekilde olanları tebessümle seyrediyoruz. Eyüp tepesi artık anlamını yitirdi. O uzunca patikada döşenmiş taşlara basmadan, etrafı seyretmeden, mezarların arasından geçmeden, bir Fatiha bile okumadan hızlıca teleferikle tepeye çıkılıyor ve manzara karşısında bir çay içilip iniliyor. Ebedi Eyüp Sultanlıların varlığı da çoğu kişiyi rahatsız ediyor “şu mezarlar olmasaydı daha iyi olurdu” diyenler de az değil yani.

Eyüp Sultan’dan gezmeye başlamak adaptansa orda yapılan her iş de adabına göre olmalıdır. Öncelikle bilinçli gidilmeli, mezarların arasından geçerken seni görüyorlarmış gibi medfunlara selam vermeli ve ruhlarına Fatiha okumalı. Teker teker mezarlar gezildikten sonra onları geçmişleriyle yâd etmeli ve gözyaşı dökmeli. Akif’in dediği gibi “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı.” Onların tümünü tanımak, o tarih kokan toprağa yüz sürmek gerekir. Ve sonra Eyüp tepesinde uzun uzun düşüncelere dalmış bir şekilde bulacaksın kendini ve başını kaldırdığında karşında deniz, boğaz ve iki adacıkla karşılaşacaksın. Sonra gülümseyeceksin böyle bir manzara karşısında ölü olmak nasıl bir duygu diye. Burada bir lahza diri olmayı ölü olmaya binlerce kez tercih edeceksin.

Eyüp Tepesi`ne bir günün tamamı verilmeli orası öyle çay içilip manzara karşısında fotoğraf çekildikten sonra inilecek bir yer değil. Oraya boş gidenin dönerken heybesi dolu olmalı. Ve oraya her gidişinde elinde bir kitabın olacak, düşüne düşüne okuyacak, derin hayallerle birlikte tefekküre dalacaksın. Eğer Eyüp tepesine çıktıysan mutlaka cebinde kâğıt ve kalemin hazır bulunacak. Çünkü böyle bir manevi mekânda ve güzel manzara karşısında bulunup da bir şeyler karalamadan ayrılmak haksızlık olur. Eğer ordaysan hakkını verip en azından bir dize yazmalısın.


GENÇ'ın Yazısı.