Terbiyeli Bina / İç Mekanlarda Hava Kalitesi - 2
Terbiyeli Bina, genel bir başlık. İçinde mimariden malzeme bilimine, psikolojiden sosyal hayata, ahlak ve estetiğe kadar birçok konudan ama muhakkak sağlıktan da bahsedilecek bir başlık. Bunun üzerine düşünelim, araştıralım, paylaşalım.
Binlerce yıl öncenin şifa merkezleri olan “asklepion”lardan, darüşşifalara, doğuda ve batıda sağlık hizmeti sunan birçok yer hakkında en çok vurgulanan ortak özelliğin temiz hava ve temiz su olduğunu söylesek yanlış olmaz. Hastaların havası ve suyu temiz olan bu mekanlarda bir süre istirahat ettirilmesi temel bir tedavi edici yöntem olarak kullanılıyordu. Hastanın belki de kendi hayat şartları dolayısıyla ulaşamadığı temiz sıcak-soğuk banyo ve içme suyu, temiz hava, temiz kıyafetler, sağlıklı gıdalardan oluşan bir perhiz, rahat yataklar, düzenli vücut hareketleri, güzel koku, hoş müzik cana can katıyor, vücudun gücünü arttırıyordu. Hasta da böylece iyileşiyordu.
Fizik kurallarında değişen bir şey yok, sağlığı mekanla buluşturacaksak temiz, kaliteli hava olmazsa olmaz. İç mekanlarda da bu böyle. Aksi halde önce binamız hastalanıyor, sonra bizi hasta ediyor. Geçtiğimiz ay bu durumdan, Hasta Bina Sendromu’ndan, bahsettik. Bu ay da binaları hasta eden kirleticilere ve onlardan korunmanın yollarına bakacağız.
Kimyasal Kirleticiler
Havalandırma önemli lakin onun da temiz hava ile yapılması lazım. Bu noktada binaların mimarisi de ön plana çıkıyor. Pencerelerin, açıklıkların, havalandırma sistemlerinin doğru ve etkin konumlandırılması gerekli. Garaj veya otoparka açılan pencereler gibi kötü yerleşimli bir havalandırma dışarıdaki egzoz ya da bacalardan çıkan yanma ürünü gazların içeriye dolmasına yarayacaktır sadece.
İç mekanın kendisinden kaynaklanan kirleticiler de söz konusu olabilir. Uçucu Organik Birleşikler (VOC) diyoruz. Yapıştırıcılar, boyalar, döşemelikler, halılar, işlenmiş ahşap ürünleri, tarım ilaçları, temizlik malzemeleri, matbaa ürünleri ve sentetik kokulu kişisel bakım ürünlerinden etrafa yayılan zararlı maddeler bunlar.
Mesela zemine bakalım, laminant parkeler zemin döşemede yaygın olarak kullanılıyor. Maalesef laminant parkeler sıkıştırılmış kimyasal maddeler de içeriyor ve bu maddeler zamanla ortama yayılabiliyor. Bu sebepten zemin döşemede laminant parke yerine şu eski ahşap parkelerin tercih edilmesinin daha sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz.
Yeni mobilyalar da kirletici bir unsur sayılabilir. Hani yeni bir mobilya alırsınız da onun bir süre kokusu olur. Başta boyanmasında, üretilmesinde kullanılan kimyasallar ve üretim ortamından kaynaklanan bu koku aslında bir işaretçidir. Bunun için de bulunduğu odayı bir iki hafta süreyle normalden daha fazla havalandırmak yerinde olacaktır.
Boyadan söz açılmışken, iç mekanda kullanılan boyalarında kurşun bazlı değil su bazlı olanlardan tercih edilmesi gerekiyor. Boya badana işlerinden sonra bir müddet mekanı kullanmadan mekanın havalanmasına izin vermeli, bu süre zarfında insanların mekanı kullanmasına izin verilmemelidir. Boya ve solvent malzemeler yaşanan mekandan uzakta kapalı kutularda ve iyi havalanan yerlerde muhafaza edilmeli.
Biyolojik Kirleticiler
Polenler, bakteriler, virüsler, mantarlar bu kapsama giriyor. Rutubet, nemlendirici makinelerin içinde, tesisatta, döşeme ve halılardaki ıslaklık, su birikintileri bu biyolojik kirleticilerin yaşam yerleridir.
Hem ısı yalıtımı hem dekorasyon amacıyla kullandığımız halılar da iç mekanlarımızın havasında oldukça etkilidir. Halılar yapıldıkları malzeme dolayısıyla kimyasal kirleticileri ortama salabileceği gibi bilhassa toz ve kiri tutma özellikleri de mevcut. Bu toz ve kir doğrudan astım gibi hastalıkları tetikleyebildiği gibi tam temizlenemediği takdirde birikiyor ve mikroplar için cazip bir yuva haline geliyor. Halıfleksler, duvardan duvara halıların kullanılması oldukça mahsurlu.
Dağınıklıklar, kitap ve kağıt yığınları mesela toz tutacak unsurlardır. Temizlik ve düzenliliğin sağlıkla beraber anılması klişedir belki ama doğru doğrudur. Klişe diye önemsemediğimiz ve böylece körleştiğimiz noktalarda kaybederiz çoğu zaman.
Sigara dumanı kimyasal bir kirletici olsa da, sigara içenleri de biyolojik bir kirletici kabul edebiliriz belki. Efendimiz’in soğan sarımsak yiyenlerin mescide girmemesi hakkında hadisini işitip de aklından sigara içenleri nereye koyacağını düşünmeyen var mı?
Mantolasak da mı Isınsak, Mantolamasak da mı Isınsak?
Isınma maliyetleri dolayısıyla ısı ve dolayısıyla hava geçirmez tasarımlar, yöntemler ve malzemeler ön plana çıkmıştır. Bu yöntemlerden mantolama, basitçe ifade edecek olursak, binaların içerideki ısıyı muhafaza edebilmeleri için strafor malzemesiyle kaplanıp sıvanması şeklinde uygulanan bir ısı yalıtım yöntemi. Enerjinin tasarruflu kullanılması adına iyi bir çözüm olan bu uygulamanın olumsuz bir yanı var. Binayı ısı sızdırmaz hale getirirken aynı zamanda nefes alıp vermesini de engellemiş oluyor. Bu durumda iç mekanın sık sık havalandırılması daha önemli hale geliyor.
Son olarak ısıtma, havalandırma ve “iklimlendirme” sistemlerinin kalitesi, temizliği ve efektifliği Hasta Bina Sendromu’nun bel kemiklerini oluşturduğu unutulmamalıdır.
***
Terbiyeli Bina, genel bir başlık. İçinde mimariden malzeme bilimine, psikolojiden sosyal hayata, ahlak ve estetiğe kadar birçok konudan ama muhakkak sağlıktan da bahsedilecek bir başlık. Bunun üzerine düşünelim, araştıralım, paylaşalım.
Türkiye’de ve dünyada dış mekan hava kalitesine, temizliğine yönelik yönetmelikler bulunmasına karşın henüz bir “İç Mekan Hava Kalitesi Yönetmeliği” yok. Böyle bir yönetmelik hazırlanmalı, farklı ortamlar için farklı uygunluk kriterleri olmalı. Zira başta hayat kalitemiz olmak üzere, iş verimliliğimiz ve sağlığımıza anlamlı düzeyde etkisi olduğunu biliyoruz.
Bunun için akademik çalışmalar artmalı ve bir veritabanı oluşmalı çünkü bu konuda yeterli çalışmamız yok. Artmalı diyoruz da kim yapacak peki bu araştırmaları? Biz yapacağız, gençler yani. Başkasından bekleyemeyeceğiz, binaları dahi terbiye edeceğiz.
Benim GENÇ’liğim
Yuvamız ve Sözola’yı müteakip GENÇ ile tanışıp, ilk sayısından beri okuyanlardanım ben de. İlk sayı çıktığında lise birde idim. Boş İngilizce derslerinde en yakın dostum (ki hâlâ öyledir) ile beraber GENÇ’in ilk sayılarını okuduğumuz anlar zihnime kazınmış.
*
Dergideki her bir yazı beni gönlümden yakalıyordu “işte bu, işte bu” dedirtiyordu ve bir süre sonra kendimi fiilen GENÇ’i temsil eder durumda bulmuştum. Her sayının her sayfasını muhakkak sınıfta okur yazının türüne göre arkadaşlarıma okuturdum. Yanımda önceki sayıları da taşır, ben güncel sayıyı okurken onları arkadaşlarıma verir, birkaç gün emanet bırakırdım.
*
Bir gün sınıfın hiç kullanılmayan panosunu gözüme kestirmiştim. Akşam eve gittiğimde tüm sayıları süzdüm, en vurucu yazıları seçip ertesi gün fotokopilerini çektirdim. Tüm panoyu GENÇ’le doldurmuştum. Hiç ummadığım kişilerin ilgisini çekiyor karşısında dikilip okuyorlardı yazıları. Tasarımıyla üslubuyla cezbediyordu. Yeni sayılar çıktıkça panoyu güncelledim bir süre sonra pano benim olmuştu ve insanlar yeni yazıları bekleyen cümleler söylemeye başlamıştı.
*
İstanbul’a üniversiteye geldiğimde soluğu GENÇ’te almıştım. Hâlâ da öyle, soluğu GENÇ’te alırız. Lütfi Abimiz’in “yazsana bunu” demesiyle ve sonradan Süleyman Abi’den gelen teşviklerle başladı yazı maceram. Kalem elimde nasıl duruyor bilmiyorum ama ben bu dergiyi elime, bu derdi gönlüme çok yakıştırdım.
Ey GENÇ, mübarek olsun, makbul olsun her bir kelimen!
Hüseyin Küçükali'ın Yazısı.