Mesut Kurtis, 1981 yılında Makedonya Üsküp’te Türk asıllı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çok erken yaşlardan itibaren müziğe ilgi duymaya başladı. Yaşadığı bölge ve okuduğu okullar sayesinde 5 dil bilmektedir. Çalışmalarını İngilizce, Arapça, Türkçe ve farklı lehçelerde seslendirmekte olan Kurtis’in yayınlanmış 3 albümü bulunmaktadır.

Yeni albümünüzden bahsedelim biraz. Ne kadar zamanda, nasıl bir çalışma oldu?

1-1,5 yıllık bir zamanımızı aldı. Çünkü bu sadece normal, bir albümlük çalışma değildi. Farklı dillerde, lehçelerde parçalar okuduk ve farklı ülkelerde çekimler gerçekleştirdik. Yorucu bir süreçti ama sonucu iyi olduğundan bizi de mutlu etti. Hamdolsun. Albümün ismi “Tebessem” yani ”gülümse” mânâsı taşıyor. Geleneği bozmadığımız, Hz. Peygamber’e (sav) övgülere yer verdiğimiz ve geleneksel parçaları da farklı angajmanlarla daha popüler yapmaya gayret ettiğimiz bir çalışma oldu. Mesela uluslararası versiyonunda Türkiye’de bulunan Alvarlı Efe Hazretlerine ait, “seyreyle güzel” adlı eseri seslendirdik. Tabii bu parça birçok kişi tarafından okundu ama ben bunu farklı kesimlere, kültüre de ulaştırmaya çalıştım. Bunun haricinde albümün özelliklerinden bir diğeri ise benim kendi eserlerimin de olması. “Aşkınla Yansın Özüm”ün bestesi bana ait. “Bugün bayram” eserini Maher Zain’le beraber yaptık. Emre Molkoç gibi Türkiye’de tanınmış aranjörlerle çalıştık. “Aşkınla Yansın Özüm”ün aranjörlüğünü Mustafa Ceceli yaptı. Albümün Türkçe versiyonunda da değerli kuzenim Ahmet Kurtis’in emekleri oldu, hatta nerdeyse tamamını o çevirdi. Arka planda da birçok kişinin emeği oldu, hepsine teşekkür ediyorum.

Albümün çıkış parçası “tebessem”den bahsedebilir miyiz? “Tebessüm sadakadır” hadisinin etkisi oldu mu?

Tabii, ondan yola çıkarak hareket edildi zaten. Etrafımızda yaşadığımız olumsuzluklar, insanların mutsuzlukları gibi şeyler bizi buna itti. Bir Müslüman olarak karşılaştığımız olumsuzluklara karşı ne yapmamız gerektiğini, bakış açımızın ne olması gerektiğini söylemeye çalıştık. Zaten Arapça kısmına bakarsak, sadece tebessümün “sadaka” olmasına bakmıyoruz, buna nasıl tedbir alabiliriz meselesi de var. Arapça versiyonu ilginçtir hakikaten: “Bu hayatta seni bu kadar üzen, bu kadar düşündüren, meşgul eden nedir ki” diye bir bölüm var mesela. Yani diyor ki Hz. Peygamber (sav) de hayatta birçok zorluklar çekti, O’nun hayatını bir okusan büyük dersler çıkartacaksın. Yaşadığın ne ki kendini derde büründürüyorsun? Mana inanılmaz bir akıcılıkla, diyalog şeklinde devam ediyor. Zaten Türkiye’de de biz bunun aynısını yaptık. Türkçe metninde birçok hadis-i şerif de geçiyor, kullandık dolaylı yönden. Kısacası tebessümün insana nasıl pozitif enerji verici bir şey olduğunu göstermeye çalıştık bu eserde. Bizim toplumlarda son zamanlarda yitirdiğimiz bir değer olarak görüyorum tebessümü. Ben uzun süre Londra’da yaşadım, görüştüğünüz her insan muhakkak tebessüm eder. Seni sevmese, tanımasa bile, önce selam verir sonra da tebessüm eder. Herkes öyle, küçük yaştan itibaren bu şekilde öğretiyorlar. Bu, aslında bizim geleneğimizde var, ibadet olan bir şey. Peygamber (sav) tavsiyesi. Sadaka niyetine de geçiyor, para vermenize de gerek yok, sadece tebessüm etmeniz gerekiyor. Bunu da inşallah bu şekilde tekrardan gündeme getirebiliriz.

Yaptığınız müzik bazı çevrelerce “İslami müzik” şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımı doğru buluyor musunuz?

Gayesiz hedef olmaz, işin sonucu önemli. Bir hadis var ya “ameller niyetlere göredir” diye. Buradaki bir diğer mânâ da ameller aynı zamanda sonuçlara da göredir. Sonuçları düşünmeden hareket edemeyiz. Biz ona hâkim değiliz, yönetecek kudretimiz yok. Ama planlayarak hareket etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla ne yapacaksak yapalım, onun sonuçlarını da iyi düşünmemiz gerekir. Tabii burada tebessüm sadece Müslümana yapılır diye de bir şey yok, gayrimüslime de yapılmalı. Mesaj evrensel olduğu için bizim de mesajımızın evrensel olması gerekiyor. Bazı kesimler her şeyin sınırlanmasını öngörüyor maalesef. Ben bu konuda İslami müzik sınırlamasını da uygun bulmuyorum. Bu bir etiket gibi oluyor. Ben zaten Müslüman olduğum için çok gururlu ve mutluyum. Ama “İslami müzik” diye bir sınırlama yaparsak, Müslüman olmayan dinleyemez gibi bir anlam da çıkıyor ortaya. Sanki ona hitap etmiyor gibi. Oysa sınırlamaları kim getiriyor, biz kendimiz getiriyoruz. Bizim bu konuda daha sorumlu olmamız, daha bilinçli hareket etmemiz lazım. Eğer Müslümansak, Allah’ın mesajı evrenselse, insanlığa hitap ediyorsa, bizim de mesajımızın öyle olması gerekiyor. “Allah katında hak din İslam’dır” diyor ayeti kerime. Din İslam’dır, oysa hâl ve hareketlerimiz insanidir. Bu sınırlamaları biz kendimiz yapıyoruz. Sonra başkaları Müslümanları bir konuda etiketlediğinde “biz öyle değiliz” diyorlar. Yani böyle sorunların temel nedeni yine kendimiziz. Mesaj Allah tarafından, bu yüzden bir sıkıntı yok. Ama mesajı yanlış anlayanlar hataya düşebiliyor. Biz bu yüzden kendimizi mükemmel olarak görmeyelim. Bu ayrımı yapabilmeliyiz. Bunu yapmazsak Allah’ın dinine yardımcı olacağımız yerde kara lekeler sürebiliyoruz. İslami müzik, İslami konu, bunları yapmamamız gerekiyor. Ve bu ayrımcılık kendi çevremizde yapılıyor maalesef. Hatta şimdi biz bu konuya girdik ya, yine bir ayrımcılık gelecektir diye düşünüyorum.

Türkiye’de müzik anlamında örnek olabilecek, takdir ettiğiniz isimler var mı?

Şimdi şöyle, İslam bizim hayatımızın bir parçası. Her hareketimizde var bu. Bazılarının düşüncesini ben çok iyi biliyorum. Türkiye’de de öyle mesela. Sanki böyle bir sınırmış gibi, bir yerdeymiş gibi. Oysa hayatın tamamını ilgilendiriyor. Kimse yüzde yüz örnek değildir. Böyle bir örnekte insanın algısı nasıl olacak; o insanın yaşama biçimi, hayatı, her şeyini kapsamalı. Kimse böyle değildir ki. Allah Kur’an’da sadece Hz. Peygamberi (sav) takdim ediyor örnek olarak. Çünkü O, Allah’ın talebesi bir nevi, en küçük hatasında Cebrail aleyhisselam geliyor ve hemen uyarıyor. Ama biz sürekli hata işliyoruz. Örnek olarak konuşalım derseniz, sanatçı olarak birkaç isim sayabiliriz tabii. Ama yüzde yüz doğru çalışmalar yapıyorlar mı, ben de görmüyorum. Bu anlamda isim veremem. Ama bize öncülük eden abilerimiz var. Mesela 90’lı yıllarda kemanı kullanan, daha çağdaş müzik yapan bir Sami Özer abimiz var. Kendisiyle hâlâ tanışmadık, böyle gıyaben tanışıyoruz ama onun yaptığı çalışmalar bir değişiklik getirdi, farklı bir hava getirdi.

Müzik sektöründe ilerlemek, profesyonel olmak isteyenlere tavsiyeleriniz var mı?

Kabiliyetleri, icraatları varsa, bir melodi ve söz bâbında üretim yapıyorlarsa, kendilerini bir değer olarak görsünler. Çünkü Allah bizleri yaratırken hepimizi bir değer olarak yaratıyor. Birbirimize muhtaç olacak şekilde yaratıyor. Yani benim bu konuda kabiliyetim var ama başka konuda da birilerine muhtacım diyebilsinler. Hiç kimse mükemmel olmadığı için o tevazuyu da hiçbir zaman kaybetmesinler. Tabii ki profesyonellik önemli ve albüm gibi bir düşünce varsa, sonraki aşamaları doğru belirlemeleri gerekiyor. Mesela okul burada başlangıç için çok önemli. Bunları bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Albüm çıkıyor, tanıtımlar devreye giriyor, reklam var, dağıtım var... Mesajı iyi yaymak, medya ile irtibatı iyi kurmak, her şeyin içini doldurmak gerekiyor. Sadece sesin güzel olmasıyla bu işler olmuş olsaydı, yaşamış olduğumuz toplumlarda bizden de fazla yetenek sahibi olanlar var. Suriye’de mesela mükemmel sese sahip, yetenekli arkadaşlarımız vardı. Ama olmuyor yani, bu çevreye girebilmek, iş yapabilmek için bazı sebeplerin bir araya gelmesi lazım. Hâsılı albüm çıkıncaya kadar bir süreç var, sonrası ayrı bir süreç, bütün şartlar yerine gelir yine başarısızlık olur, bu da nasip işte. İyi çalışmalarını tavsiye ederim, iyi okumalarını, ortamı ve çevreyi gözlemlemelerini. Böyle işler için özel bir çevre gerekir, bu da önemli.

İleride bizi bekleyen ne tarz çalışmalar var?

Albüm çıktıktan sonra çalışmalara devam ediyoruz tabii. Ortadoğu’dan tutun, Amerika’ya kadar tanıtımlarımız olacak. Uzak Doğuya da gideceğiz. İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika’da da tanıtımlarımız oldu. Önümüzdeki 1 yıl bu şekilde sürecek. Bundan sonraki hedefimiz ise bu işlerin devamını getirebilmemiz, albümlerle, eserlerle “varız” diyebilmek olacak.


Salih Yüzgenç'ın Yazısı.