Evet öyledir. Biz sadece üzüldüğümüzde değil sevindiğimizde de istiğfar ederiz. Gurur ihtimali mi belirdi, mağfiret dileriz. Başımızın göğe  erdiği zamanlarda başımızı eğeriz. Çünkü En Güzel İnsan ve bir ömür O’nun izinde yürüyen güzel insanların yaptığı budur. Onlar ömürlerini istiğfarla yaşamıştır; güzelleşmek, temiz kalmak, geldiği gibi gitmek isteyenlerin yapacağı da budur işte: İstiğfarı bir hayat  tarzı hâline getirmek...

ekke fetholunmuş. Muzaffer kumandan şehre giriyor. Ama o kadar mütevazı ki… Başı önde, yüzü neredeyse devesinin terkisine değecek. Hamd ile Rabbini tesbih ediyor ve -buraya dikkat- istiğfar ediyor, çünkü emir öyle gelmiş:

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbini hamd ile tesbih et ve O’na istiğfar et, çünkü O tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Sûresi)

Fatih ve muzaffer Elçi’ye gösterilen adres budur işte: İstiğfar…

Başarı karşısında gösterilecek tavır bellidir artık: İstiğfar edeceğiz. Bu, sünnettir. Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği elçisine  bahşettiği fetih ve yardım karşısında O’ndan beklediği işte bu yöneliştir. Çünkü her türlü başarı, güzellik ve iyilik Rab’dendir. Biz kendi irade ve ihtiyarımızla neticeye ulaşamayız. Biz sadece irade ve ihtiyar ederiz, Rabbimiz lutfeder. Nimet ve lütuf karşısında başımız dönmesin diye istiğfar eder, kendimize yönelik sözde hisseden O’na sığınırız.

İstiğfar başımızı eğmek demektir; içimizdeki karanlık yanımızın başarıya ortak olmasına, dolayısıyla şirke düşmesine engel olmaktır.

İstiğfar bir tevhid yönelişidir; işleri, oluşları ve akışları adresine teslim etme firasetidir. İstiğfar nefsin, şeytanın ve avanesinin  hamlelerine karşı mütehammil kalabilme enerjisidir.

İstiğfar geldiği gibi tertemiz kalma iradesi göstermektir. Saf geldik, saf gitmek zorundayız. Hakiki vazife, bu dünyaya nasıl geldiysek  öyle gitmeye azmetmektir. İstiğfar bu yoldaki azığımızdır.

Her istiğfar edişimizde, gök kapılarının ardına kadar açıldığını ümit ederiz. Gönlümüz aydınlanır, geçmiş, an ve gelecek düz bir hatta birleşir, tek bir nokta olur. O noktaya hayatımız sığar, sevabımız sığar, günahımız sığar, biz sığarız. O noktadan bir pencere açılır, ebedi kurtuluşun ışığı taşar, o ışık hayatımıza ağar, sevabımıza ağar, günahımıza ağar. Her istiğfar nur olur, gönül hanemizi doldurur.

İstiğfardan uzak düştüğümüz her an ise sanki ötelerle aramızdaki mesafe açılır. O mesafeler uzar uzar, geçmiş, an ve gelecek  birbirinden ayrı düşer. Geçmiş esef ve pişmanlıkla, an gafletle, gelecek yeisle bulutlanır. Uzak mesafelerde darmadağın olur, parçalanırız. Her bir parçamıza sonsuz nedametin karartısı siner. İstiğfarsız biz, biz olmaktan çıkarız.

İstiğfar bir titreme hâlidir. Emin değiliz. “Dön kullarımın arasına, gir cennetime” hitabını iştinceye kadar ne oluruz, ne olacağız, nasıl olacağız bilmiyoruz. Sürekli istiğfar etmeye mecburuz. O günahlarımızı toptan affedebilir, amenna; ama bunun garantisini bu hayatta bize bildirecek yoktur. Bir teyakkuz hâlinde yaşamaya, sürekli uyanık kalmaya ve bu uyanıklığı da istiğfarın esenliğinde yapmaya mecburuz.

Biz sürekli istiğfar ederiz.

İstiğfar ederiz, işlediğimiz günahlar için…

İstiğfar ederiz, bulunduğumuz hâlden emin olmadığımız için…

İstiğfar ederiz, nasıl bir geleceğin bizi beklediğini bilmediğimiz için…

İstiğfar bizim teyakkuz hâlimizdir, kendimizi toparlamak, esas duruşa geçmek, “ne oluyorum” diye kendini silkelemektir.

Biz üzüldü mü istiğfar ederiz; acaba nerede hata yaptık, bilmeden neyi yanlış yaptık, yoksa bilerek mi yaptık, düşünür, istiğfar ederiz. “Af ya Rab hata râhına gittiklerime/Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime” der, mağfiret dileriz.

Biz sevindiğimizde de istiğfar ederiz. Gurur ihtimali mi belirdi, mağfiret dileriz. Başımızın göğe erdiği zamanlarda başımızı eğeriz.  Çünkü En Güzel İnsan ve bir ömür O’nun izinde yürüyen güzel insanların yaptığı budur. Onlar ömürlerini istiğfarla yaşamıştır; güzelleşmek, temiz kalmak, geldiği gibi gitmek isteyenlerin yapacağı da budur işte: İstiğfarı bir hayat tarzı hâline getirmek...

İstiğfarı hayat tarzı hâline getirmek sürekli bir pişmanlık hissi içinde yaşamak değildir; istiğfarlı hayat gözetim hissi içinde yaşanan  hayattır. Gözetim, bir an ayağımız sürçse de düşsek diye bekleyen düşmanlara karşıdır. Gözetim kendi içimizdeki karanlık yanımıza  karşı gözetimdir. Sınırlı bir ömürle, imtihan için gönderildiğimiz şu hayatta neyi niye yapmamız gerektiğinin sürekli farkında kalmamız, bunu durup durup kendimize hatırlatmamız gerekir. Bu bir tür metafizik gerilim içinde yaşamak demektir. İstiğfarlı hayat metafizik gerilimin merkezinde olduğu hayattır. Hepimizin hayatlarına pusu kurmuş düşmanların istiğfarlı hayata karşı yapacakları bir şey yoktur.

Şu ifadeleri sabah akşam hatırlayan, bu ifadelerin sağladığı şuurla hayatını tanzim edene saptırıcılar ve yol kesiciler ne yapabilir

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Senin kulunum. İman ve ubûdiyetimde gücüm yettiği kadar Senin ahd ü misâkın üzereyim. Yâ Rabbi! Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Senin bana in’âm ve ihsan buyurduğun nimetleri ikrar ve itirâf ettiğim gibi kendi kusur ve günâhlarımı da itirâf ediyorum. Rabbim! Sen beni afv ü mağfiret eyle.  Zîra, Senden başkası günahları afv ü mağfiret edemez, yegâne Gafûr Sensin.”

İstiğfar eder, kendimize çeki düzen veririz; istiğfarımız hem hayat tarzımız hem balans ayarımızdır.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.