“Açılsın gülşen-i hüsnün, gönüller neş’edar olsun. Saçılsın sünbülün cana, fikirler tar-ü mar olsun. Donansın sager-i gülgun, safalar berkarar olsun. Bizi şad eyleyen diller cihan durdukça var olsun.”

Mütevazi ve gösterişsiz fakat derin ve mana yüklü bir hayat. Basit gibi gözüken ama çağları aşarak bugüne taşan bereketli bir ömür. Felsefi yoğunluğu ve İslâmî hassasiyeti birleştirebilmiş biri. 200’den fazla eser bestelemiş bir mûsıkîşinas. Hakikati ve kendini arayan bir mutasavvıf: İsmail Fenni Ertuğrul.

1855 Ramazan’ında Tırnova’da doğar. Babası bölgede tanınmış biridir ve oğlunun eğitimi hususunda oldukça hassastır. Sıkı bir disiplin altında Rüşdiye’yi ve dini ilimleri bitirir. Arapça dersleri alır. Muhasebe öğrenir ve musikiye meşkeder. Doksanüç Harbi diye bilinen meşhur Osmanlı – Rus Savaşı (1876) sonrasında zorunlu olarak 20 yaşında İstanbul’a göç eder. Burada erken yaşlarda memuriyete başlar. Maliye Nezareti’nde görev alır. Fransızca ve İngilizce öğrenir. Çeşitli devlet kademelerinde muhasebe işlerinde görev aldıktan sonra, Dahiliye Nezareti’nden (İçişleri Bakanlığı) 1911’de kendi isteğiyle emekliye ayrılır. Devlet işlerinde dürüst, çalışkan ve titiz bir memur olarak tanınır. Başarılı çalışmalarından ötürü çeşitli ödüller ve nişanlar alır. Yazmaya başladığı eserleri tamamlayıp geri kalan ömrünü tamamen ilme adamak ister. Nitekim asıl ilmi şahsiyetini ve şöhretini 38 yıllık emeklilik döneminde kazanır.

İsmail Fenni Bey hiç evlenmemiştir. Bazıları bunu, müzmin mide rahatsızlığına ve ilk dönemlerdeki geçim sıkıntısına bağlar. Kendini, işini titizlikle yapmaya adar ve kitaplar arasında huzur ve sükûn bulmak ister. Mütevazi bir hayat yaşamayı tercih eder ve ihtişamı inzivada arar. Kendi aleminde zahiren basit, batınen muhteşem bir hayat sürer. Osmanlı irfanını bugüne taşıyan çok kıymetli eserler kaleme alarak kültür dünyamızı etkiler. “Dini hükümlerin zamana göre değişmesi” ve “İslam’ın müspet ilimlere bakışı” gibi konulara sıkça değinir.

Ruh Nasıl Olgunlaşır?

Eserlerinde vahdet-i vücud kavramını yoğun olarak kullanır. Ona göre varlık birdir, o da zorunlu, ezeli ve ebedi olan Allah’tır. Diğer varlıklar Allah’ın sıfatlarının görünüşünden ibarettir, geçici ve fani olup bizatihi mevcudiyetleri yoktur. Varlıklar bir aynada görünüp kaybolan suretlerden ibarettir. O, ruhun olgunlaşmasının insan-ı kâmil ile mümkün olacağına inandığı için kişiyi ruhen kemale erdirecek yol olarak vahdet-i vücud görüşünü tercih eder, vahdet-i vücud anlayışının kaynağı olarak Kur’an ve hadisi gösterip bunun Hint, İran ve Yunan menşeli olduğu, fikrine karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayeti delil olarak gösterir. (Bakara 186, Al-i İmran 6, Nisa 108, Enfal 17, Tevbe 104 …)

Materyalist dünya görüşüne karşı maneviyatçı bir düşünceyi benimseyen İsmail Fenni Ertuğrul, bazı cisimlerin gözle görülmeyen ışınlar (radyoaktivite) yayma özelliğine sahip olmasına dayanarak maddenin enerjiye dönüştüğünü, madde ile kuvvet arasındaki ikiliğin kalktığını, maddenin aslında enerjinin ısı, ışık gibi şekillerinden biri olduğunu ileri sürer. Ona göre atom parçalandığına göre maddenin bağımsız bir varlığından, dolayısıyla zorunlu varlık oluşundan söz etmek mümkün değildir. Ruhun maddi olmadığını ispatlamak amacıyla ruhi olaylarla fizyolojik olaylar arasındaki farklardan, ruhun birliğinden, faaliyetlerinden ve duyum olayından çıkardığı dört delil ileri sürerek ruh-beyin ayrılığı üzerinde durur. Materyalizmi doğrudan ya da dolaylı destekleyen pozitivizm, transformizm, Darwinizm ve ünlü sosyolog Spencer’in sosyal evrimci felsefesini de ana hatları ile tenkit eder.

El Yazması Eserler

Kabaca tüm eserlerinin, ya felsefi bir konuyu irdelediğini ya da İslam’a karşı saldırılara cevap mahiyeti taşıdığını söyleyebiliriz. Envar-ı Hakikat isimli eserinde Batılı müsteşriklerin iddialarına cevap verir. Müslümanlar arasında münakaşa konusu olan bazı konulara ikna edici yanıtlar sunar. Eserlerinin bazıları bin sayfadan fazladır, yine bazıları el yazması eserlerdir.

Tüm bu ilmi çalışmalarının ötesinde bestelediği 200’den fazla şarkı, peşrev, semai ve saz semaisi mevcuttur. Yukarıda zikrettiğimiz mısralar, Ertuğrul Bey’in bir şarkısının güftesidir. Doğduğu yerde kanun ve keman dersleri almış ve İstanbul’a göç ettiğinde Tanburi Ali Efendi ile bestekar Şevki Bey’den Musiki dersleri almıştır. Marş da besteler ve 1924’te Cumhurbaşlığı’na takdim eder, beğenilen bu eserler askeri birliklerin bandolarına tavsiye edilir. Mûsıkî ile ilgili düşüncelerini kendi ağzından dinleyelim:

“Özel hayatıma gelince, önce pederimin ‘eğer beni seversen müskiratı (içkiyi) ağzına koyma’ diyerek verdiği nasihati hiçbir zaman unutmadım. Ömrüm boyunca müskirat kullanmadığım gibi, tütün ve enfiye gibi keyif verici maddelerden de herhangi bir şeyi kullanmayı adet haline getirmedim. Yegâne eğlencem mûsıkî idi. İşte bu sayede şimdi hamdolsun doksan bir yaşında olduğum halde bu yazıları yazabiliyorum. Ve aralıkta bir iki beste de okuyabilecek gücü kendimde bulabilirim. İşretsiz (içki unsuru taşımayan) mûsikînin ‘Dina Mojen’ yani kuvvet unsuru olduğu unutulmamalıdır. Bununla beraber Cenab-ı Hakk’ın affına son derece muhtaç ve günahkâr bir kulu olduğumu itirafta tereddüt etmem.”

Varissiz Miraslar

Yüzyıla yaklaşan bereketli ömrü nihayete erdiğinde, varisi olmadığı için, iki evini, on iki bin lira tutarında parasını, yirmi yazma eserine ve bazı kitaplarının baskı hakkını Darüşşafaka’ya verir. Kitaplarının bazı nüshalarını müftülüklere dağıtılmak üzere Diyanet’e bırakır. Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, edebiyat, tarih, iktisat ve lugata ait; Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce kitaplarını on bin ciltlik bir hazine halinde Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne bağışlar. Bağışladığı kitaplarda “İsmail Fenni Ertuğrul’un millete hediyesidir” ibaresi görülür. Bugün Beyazıt Kütüphanesi’nde ismiyle anılan bir bölüm vardır ve tüm kitapları oradadır. Arasında 80’i aşkın değerli yazma eser olduğu söylenir.

Ocak 1946’da İstanbul’da vefat eder, Eyüp Sultan Mezarlığı’na yolunuz düşerse bir fatiha okumadan geçmeyiniz.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.