Dünyaya gelişimiz bir nimettir, insan olmamız bir nimettir, ezan sesleri altında doğmuş olmamız bir nimettir, en güzel insana ümmet  olmamız nimettir, nimet nimet üstüne; saymakla bitmez. Bu kadar nimetin içinde hakkını aramak mı yoksa vazifeni aramak mı  önceliklidir, artık sen hesap et!

Ne yana dönsen bir kapı açılıyor. Öyledir; çünkü böyle vaat olunmuştur. Ne var ki döndüğün yön aynı zamanda imtihanın geleceği  yöndür. Vurulacaksan, oradan vurulacaksın. Çünkü seçimini oradan yana yaptın. Nimet de oradan çıkacak, külfet de…

Sana niye ve neye döndüğünü sorgulamak kimsenin haddi değil. Bunu soracak olan Birisi var zaten. Kaldı ki herkes mesuldür;  kimsenin kimseye dönüp de yaptığını sorgulayacak mecali kalır mı bilinmez. Bilinen şudur ki herkes sadece kendisi ile meşgul  olabilecek kadar sınırlı yaşıyor. Herkes sadece kendisine yetebilecek kadar yaşıyor. Herkes sadece kendisine erebilecek kadar yaşıyor. Ne fazla ne eksik… Ancak kendisi kadar, ancak kendisini anlayacak miktar…

Değil mi ki herkes kendisi için yaşıyor, o yüzden herkes hakkını arıyor. Fazlasına vakit yok. Dönen hakkını aramak için dönüyor.  Yönelenin himmeti hakkını almak için… Herkes “haklı” benim diyor. “Haklı” olduğunu iddia ediyor. Ancak hakkını talep eden “haklı”  sayılacağını düşünüyor. Ortada dönüp duran mücadele bir hak mücadelesidir. O yüzden imtihan hakkın arandığı yerde yeşeriyor.  Hakkını arayan imtihanını buluyor. Hak imtihanda, imtihan hakta tecelli ediyor.

Sana kimse imtihansız bir hayat öneremez. Ama bir ihtimal var ki imtihanı kolaylaştırabilir. Buraya kadar gelebildiysen bunu  öğrenme hakkın doğabilir. Ama hakkını talep etmek için acele etme. Sadece dinle ve hak talebinden önce yapman gereken bir şeyin  imtihanını kolaylaştırabileceğini öğren.

Nedir o şey?

Herkesin hakkını, dolayısıyla imtihanını aradığı bir zamanda vazifeyi aramaktır. Sen hakkını değil vazifeni ararsan kardeşim, seni er  geç “haklı” kılacak bir yola girmiş olursun. Eğer herkes kendisine verilmeyenin peşinde koşar ve hak ettiğini, layık olduğunu  kovalarken, sen ne yapman gerektiğini arar ve sorarsan, bir gün gelecek herkesin seni haklı bulacağını, “demek tutulacak yol  buymuş” diyebileceğini umabiliriz. Daha da önemlisi ne biliyor musun? Sen, hakkını değil vazifeni öncelersen Hakk’ın tecelli  edeceği bir hayata sahip olursun. Evet, hakkını değil, vazifeni ara… “Ne alacağım” diye sorma; “ne vermem” gerekiyor diye sor. Ne  apmalıyım, nereye yönelmeliyim, neyin peşine düşmeliyim, nasıl davranmam gerekiyor, bunların derdine düş.

O zaman haklı olduğun bir yere terfi edersin işte. Çünkü bu dünyaya hak ederek gelmedik. Neyi hak edip neyi hak etmeyeceğimizi  bize bir fısıldayan olmadı. Zaman geçip, gözümüz ve zihnimiz dünyaya alışmaya başladığında şunu fark ettik ki neyimiz varsa hepsi  verilmiştir. Dünyaya gelişimiz bir nimettir, insan olmamız bir nimettir, ezan sesleri altında doğmuş olmamız bir nimettir, en güzel  insana ümmet olmamız nimettir, nimet nimet üstüne; saymakla bitmez. Bu kadar nimetin içinde hakkını aramak mı yoksa vazifeni aramak mı önceliklidir, artık sen hesap et!

Hakkını değil vazifeni ara! Çünkü hakkımızdan değil vazifemizden soracaklar. Ancak vazifesini yapanların hakkını tastamam  verecekler. Vazife ne midir?

Vazife, tertemiz geldiğimiz bu dünyadan tertemiz gitmektir. Temiz kalmaya gayret etmek, temiz kalma iradesi göstermek, bunun  derdini sürmektir. Sen vazifeni ara, haklı olduğun er geç anlaşılır.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.