Yusuf Öztürk

Çok değil yakın zamana kadar böyle değildik biz. Çok eskilerden değil taze eskilerden bahsediyorum. Hani bugün izlediğimizde konuları basit gelen, duygularını yoğun ve abartılı, repliklerini ise genelde “n” harfi ile başladığı için komik ama sevimli bulduğumuz Yeşilçam Türkiyesi zamanından bahsediyorum.

Peki, nasıldık o zamanlar? Sanki biraz daha içten ve samimi, başkalarını daha fazla düşünürdük sanki…

Herkesin birbirini tanıdığı, görünce selam verdiği, iyi günde kötü günde insanların birbirinin yardımına koştuğu, geceleri sokaklarında bekçilerin dolaştığı şirin mahallelerde yaşar, köşedeki bakkal Mehmet Amca`dan, sokağın başındaki manavdan ve fırından veresiye alışveriş yapardık.

Günümüzde ise komşusunu tanımayan apartman ve rezidans sakinlerine dönüştük. Köşedeki bakkal kapandı ve biz tüketim çılgınlığına kapılarak kredi kartı esirlerine dönüştük. Yeni mekanlarımız içerikleri birbirine çok benzeyen, sadece mimarileri farklı “AVM”ler oldu.

Öyle ki yaz kış demeden müdavimleri olduk. Tıpkı elimizden düşürmediğimiz, adına da “akıllı” dediğimiz, güya bizi dünyaya bağlayan ama yanı başımızdakilerden uzaklaştıran telefonlar gibi…

Böyle değildik biz… Yolda giderken yerde bir ekmek parçası görsek nimet der öper kenara koyardık. Açıkta yemek yemeyi ayıp sayar, Ramazan ayında genelde kapanan ya da tadilata giren lokantaların camlarına içeriyi göstermeyen perdeler çekerdik. Her yediğimizin fotoğrafının “like” edilmesini beklemezdik.

Böyle değildik biz… Oyunlarımızı sokakta oynar, bazen de top oynarken birkaç cam kırardık. Sobe, yakar top ve istop... Oyunlarımız vardı beraber oynanan. Şimdiki çocuklar gibi sokağa çıkmaktan korkmaz, akşam ezanının bizi eve çağırmasına direnirdik. Günümüzde ise çocuklar video oyunlarına veya internete bağımlı, belki dünyanın öbür ucundaki Çinli ya da Kanadalı yaşıtlarıyla oyun oynayabiliyorlar ama sokaklarındaki çocuklarla bir paylaşımları yok.

Böyle değildik biz… Bayram tatillerinde akraba ve dostları ziyaret eder, büyüklerin elini öper, küçükleri sevindirirdik. Şimdi ise her bayram çocuklarının ya da misafirlerin yolunu gözleyen yaşlı insanların reklamlarını izleyip duygulanıyoruz(!) Annelerimiz baklava ve tatlıları kendi elleriyle yapardı, çocuklar kapı kapı dolaşıp şeker toplardı. Bayramları “tatil” fırsatı olarak görüp sağa sola kaçmalarımıza alet etmezdik.

Yardıma muhtaçlara yardım ederdik ama bunu herkese duyurup kendimizi afişe etmezdik. Öyle ki sağ elin yaptığı hayırdan sol elin haberi olmazdı.

Okula uzun saçlı ya da spor ayakkabı ile gidemezdik. Üniformamız temiz ve ütülüydü ama öğretmenlerimiz bizim için değerliydi, onlara karşı saygılıydık, onlarla alay edip videosunu da sosyal medyada yayınlamaz ya da dövüp canlarına kast etmezdik.

Kütüphanelere gider, ödünç kitapları okur, ödevlerimizi oradaki kaynaklarla yapardık. “Kopyala-yapıştır ama içeriği çok da okumana gerek yok” hayatımıza girmemişti.

Gençlerimizi davul ve zurnalarla askere gönderirdik. Hatta askere gitmeyene kız vermezdik. Bedelli askerlik yaşını, kaç para olacağını, bankaların kredi oranlarını merak etmek lügatımızda yoktu.

Peki, ne oldu bize? Geliştik mi, modernleştik mi? Ya da klişe bir tabirle globalleşen dünyaya ayak mı uydurduk? Belki de hepsi ama böyle olması şart mıydı, anlattığım değerler, alışkanlıklar ve aramızdaki samimiyetin azalması şart mıydı? Yoksa gelişmeyi biz yanlış mı anlamıştık?

Değerlerimize sahip çıkarken, nerden geldiğimizi unutmadan da çağın getirdiklerini göğsümüzde yumuşatmamız ve gelişmeyi, modernleşmeyi, üzerinde yaşadığımız tarih ve çok kültürlülük kokan güzel ülkenin hamurundan çıkan bir sentezle kendimize göre yorumlamamız o kadar zor muydu?

Belki biraz nostalji meraklısı gibi göründüm ama gelişen, çağa ayak uyduran ama değerlerine sahip çıkan bilinçli bir gençliğin yetişmesi temennisinde bulunmakla çok şey mi istiyorum?


GENÇ'ın Yazısı.