Toplum, baba, anneanne, komşu teyze, abi, abla fark etmez. Bir kız çocuğu bazen bir kuyuya itilir, bazen çarşı ortasında infaz edilir.  Kızını dövmeyen dizini dövmez, dizisini kaçırır en fazla oysa.

enim en çok hanımlar tarafından okunduğumu söyleyip bunu bir aşağılama vesilesi olarak kullananlar var. “Seni zaten sadece kızlar  okuyor” diyerek kalbimi acıtacaklarını sanıyorlar. Hayır, niye bu kadar takılıyorlar anlamış değilim. Her yazar kendi iç dünyasında ne  varsa onu bir şekle, düzene koyar ve okuyucusuna sunar. Kimi karşılık bulur, kimi bulmaz. Yazıları cinsiyet  ayrımına tutanlara şuradan iki çift laf etmek istiyorum:

İlkokula giderken banyoda saatler geçirerek buklelerimi düzenlemek için uğraşmazdım. Çünkü bir banyomuz yoktu, zaten olsa da  banyoda kullanacağımız su yoktu. Su arka bahçedeydi. Arka bahçe; iki ev, bir ağaç ötedeydi. Su bidonlarını bir müddet kendi  vücudumun bir uzvu olarak hissettim. Uzun kollar ve böyle prizma şeklinde eller düşünün. Prizma şeklindeki elleri genelde prizma şeklindeki laik teyzeler tutar… Neyse konu bu değil.

Az biraz büyüdüğümde okuldaki çalışkan bir erkek öğrencinin hışmına uğramıştım. Erkek diyorum bakın. Küfürleri çok erkekçeydi. İstesem ben de ona çok erkekçe küfürler edebilirdim. Bidondan ellerim varsa çengelden de dilim vardı. Yapmadım. Eşitlik isteyen  kadınlar erkekler gibi küfredebilir, onlar gibi siyaset yapıp, ses tonlarını onlara benzetebilir. Ben daima eşitlik değil adalet istedim. Eşitlik insanı kişiliksizleştirebilir, ama adalet kişiliğinizle var olmanızı sağlar. Tamam, biliyorum konu bu da değil.

Her gün, her gün, her gün ötekileştirildim. Beni çağdaşlaştırmak isteyenler bir türlü yakamı bırakmadılar. Özgür kadından, hakları  iade edilmiş kadından dem vuranlar benim haklarımdan değil “kendilerine benzetebildikleri kadınların hakları”ndan bahsetti durdu.  İslamcı erkeğin de laik kesimin de ataerkil toplumun da “makbûl” kategorisine bir türlü uygun düşmedim. Aileye mi aittim, devlete  mi? Aile beni devletten, devlet beni dinden, çok şükür ki din beni cümlesinden korudu. Diyelim ki konu bu da değil.

Tamam, o zaman asıl konuya gelelim. Erkek gibi niye yazalım. Biz hanımız ve beyler bizi hanım olduğumuzu düşünerek okumalıdır zaten. Erkek gibi niye yazalım erkek gibi yaşamadık ki. Erkek gibi büyütülmedik. Biz sessiz, naif ve kırılgan büyüdük. Erkekler düştükçe kalktılar, kalkıp koşabildiler. Biz ilk tökezlemede “kız kısmı” sınıfına dâhil olduk. Büyüdük koskoca profesörlerle, kanunlarla  uğraştık. Sesimiz azcık yükselse biri “höt” dedi, sesimizi alçaltsak “fısır fısır ne diyorsun kızım sen” dediler. Sesimizin tonunu  ayarlayamadığımız için yazı yazmaya başladık. Niye erkek gibi yazalım. Erkek egemen toplumda da büyüsek, kadın egemen toplumda da büyüsek bir kız çocuğunu herkes ezebilecek konumdadır. Toplum, baba, anneanne, komşu teyze, abi, abla fark etmez.  Bir kız çocuğu bazen bir kuyuya itilir, bazen çarşı ortasında infaz edilir.

Kızını dövmeyen dizini dövmez, dizisini kaçırır en fazla oysa...  Daha önce de dedim “kızsı” lafı yerine başka bir şey bulsunlar. “Efeminen” olabilir. Ciddiyim olabilir. Efeminen yazmayabilirim bak. O olabilir. Ama olaya her şeyi yoluna koymuş, dünyayı düzeltmiş, tüm savaşları kazanmış bir erkek gözüyle değil, insanca bakalım  lütfen. Şimdi yine feministçe diyecekler. Oysa size toplumdan, fıtrattan ve bastırılmış duyguların palazlanmasından bahsediyorum.  Bunun yazılara yansımasının normalliğinden bahsediyorum. Her yazıyı yazarın iç dünyası besler. Bunun dışında ne yazsa ısmarlama  yazı olur. Hava azıcık esse bronşit olacak kadar bünyem zayıfken kahraman olmak adına size hangi dağın böğründeki  kardan kazıyıp getirip helva yapabilirim. Yapamam. Ayağımı yorganıma göre uzatmalıyım ki hasta olmayayım. Bir elimle kalem tutarken bir elimle çorba karıştırmalıyım ki evden atılmayayım. 

Bazı yazar ağabeyler vardır. İşten gelince odalarına çekilip saatlerce yazı çalışırlar. Erkek yazar arkadaşları ile bir araya gelip yazıdan  konuşurlar. Hanımları sofralarını, çaylarını, kabukları ayıklanmış fındıklarını masalarına bırakıp sessizce işaret parmaklarını  ağızlarına götürüp çocuklarını uyarırlar “şişt babanız yazı yazıyor”. Oysa bir annenin yazı yazdığını pek kimse bilmez. Komşu çaya  gelir, akrabalarınız ansızın baskın yapar, çocuk ateşlenir, akşam yemeğinin altı yanar, tatlının dibi tutar, salata yeniden yapılır, buzluktan kıyma çıkarmak unutulur, pantolonun çift ütüsü birleştirilir, kopan düğme dikilir, sehpanın tozu alınır, uzun bir paragrafa  virgül konulur, geri dönüldüğünde virgülden sonra ne yazılacaktı unutulur. Pasta defterinin kıyısına köşesine notlar alınır sonra o not  niye alınmıştı, kremalı karnabahar ile alakası neydi boş verilir. Böyledir. 

Milyonlarca kadın televizyon karşısında zayıflamaya çalışırken, bir elleri ile oynayıp bir ayakları ile ağıt yakarken sen kalkar gecenin bir  vakti gözlüğünü arayan yaşlı bir nine gibi kalem kâğıt ararsın. Bunca hengâmede hayata dair yazacak bir şey vardır, insanlar bunu okumalıdır dersin yarı uykulu yazarsın. “Yat uyu be kızım dünyayı sen mi kurtaracaksın” der içindeki yaşlı teyzeler… Oysa  dünyayı kurtarmak için değil, kendini kelimelerin ağırlığından kurtarmak için yazarsın. Sonra da biri çıkıp “vay niye kız gibi” yazıyorsun  diye sorar. Sonra kalkıp işte böyle bir de onlara cevap yazarsın. Beni bir tek kızlar okusun inanın çok da güzel olur. Ben bir tek onlar  için de yazarım. Peki, erkekler sadece erkekler için mi yazıyor, kusura bakmasınlar ama çoğu erkek kızlar yazılarını beğensin diye  ölüyor. İmza günlerinde kuyruğa girmiş kızların hayalini kuruyor çoğu.

Kızlar onları anlamasa da olur. Kızlar gelip kendileri ile fotoğraf çektirsinler yeter. Ay ne güzel şeyler yazıyorsunuz desinler yeter, ayrıntıları onlara anlatmaya gerek yok. Kitabı alıp sarılarak yürüsünler yeter. Erkekler yazsın kızlar okusun. Kızlar yazsın kızlar okusun. Aman sadece kızlar okusun. Yeter ki üstün süper erkek milleti kimseyi beğenip de okumasın. Aman bir kızın yazısını okuyup da Türksat’a dokunan burunlarını yere indirmesinler. Aman bir kızın  yazısını okuyup beğenmeyi kendilerine ar görsünler. Aman da aman! O kızlar gün gelip hepinizin ruhuna üç  ihlas bir fatiha da  okuyacak. Çok şükür ki kızlar ruhunuzu okumayı da biliyorlar ruhunuza okumayı da biliyorlar.

Böyle gereksiz bir mevzu için sayfam bitti. Ama sinirim geçmedi. Sakinleşmek için süper kızsı(!) bir şeyler karalayayım şuraya da kendimize gelelim, nasılsa beni sadece kızlar okuyor:

“Artık saksımda boy veren hercaileri gözyaşıma şahit tutmaktan bıktım, ay ışığı ve papatya volkanlar püskürten ruhuma bir dinlence  değil. Mum ışığına, kurutulmuş son bahar yaprağına ya da sandığımdaki lavanta torbasına her baktığımda “solmuş çocuk yüzlerinden sanrılar” görüyorum. Ey dünya her gün vurduğun yerden başlıyorum hayata. Hüzünlenince bir türkü oluyorum. Söyle beni  kim söyler?”


Ayşegül Genç'ın Yazısı.