Üniversitede Hangi Bölümü Okumayı Planlıyorsunuz?
Hasret Ali Genç
Geçen gün okulda, ders arasında arkadaşım Ahmet Gönül bana bir soru sordu. Ne sorduğuna ve benim soruyu nasıl cevapladığıma geçmeden önce geçmiş zamandan bir kesit sunmak istiyorum.
Lise son sınıftaydım. Sabahtan ikindiye kadar okul, okulun ardından akşamın geceye bağlandığı vakte kadar dershane… Gidip geliyordum. Yoğun bir seneydi, üniversite sınavına hazırlanıyordum.
Baskı, stres hissetmiyordum ya da korkmuyordum. Özgüvenim vardı. Yalnızca biraz heyecanlıydım. Ders çalışmaktan çok “hangi üniversiteye gitmeliyim, hangi bölümü tercih etmeliyim” bunları araştırmakla meşgul oluyordum. Devam eden bir hayatım vardı ama ne de olsa bu sınav ve ardından yapacağım tercih bir kırılma noktasıydı. Hayatımın sürekliliğini sekteye uğratacak ve başka bir çizgide yeni bir süreklilik kazandıracaktı. Tamamen değiştirecekti.
Sayısal öğrencisiydim. Ancak hiçbir zaman bu sahadaki mesleklerden birini seçmeyi düşünmedim. Doktorluk, eczacılık, diş hekimliği gibi sağlık uğraşları, envai çeşit mühendislik, teknoloji… Hep uzaktılar bana. Ben de hiç ilgi duymadım.
Eşit ağırlık alanındaki mesleklerden, sosyal bilimlerden tercih yapmak istiyordum: Hukuk, işletme, iktisat, psikoloji, iletişim, siyaset… Fakat bunlar arasında da kararsızdım. İçeriklerini bilmiyordum, bölüme başlasam belki sevemeyecektim, emin değildim.
İkinci dönemin başlarında dershanedeki felsefe derslerine giren hoca değişti. Biz akşam grubu olduğumuz için haberi sabah grubundan aldık. Dediklerine göre adı Cihan olan yeni hocanın enteresan bir kişiliği varmış. Karakter analizini iyi yapabiliyormuş. Hatta sabah grubundan birkaç arkadaşın sadece yüzlerine bakarak hangi bölümü tercih etmeleri gerektiğini çok iyi tespit etmiş. Tabi biz de meraklandık, felsefe dersini beklemeye başladık.
Cihan Hoca sınıfa nasıl girdi, ilk ne dedi, neler yaptı… Bunlar hatırlanması güç şeyler ancak aramızda geçen diyaloğu hatırlıyorum elbette.
Sıra bana geldiğinde kendimi tanıttım. Sonra yüzüme baktı. Bekledi. Bekledi. Umumiyetle yaptığı üzere ellerini ovuşturdu.
- Senin için iktisat veya işletmeyi düşünebiliriz. Sen parayı seviyor musun biraz?
- Aslında parayı değil de hocam sorumluluk almayı. İçimde idare etme isteği var.
“İşte iktisat bölümünde okumamın temel sebebi” diyemem bu anı için. Ancak büyük bir tesiri var üzerimde. Çünkü ben de aynı düşüncedeydim. Sosyal bilimlerden işletme ve iktisada olabilir gözüyle bakıyordum. Cihan Hoca`nın da bu bölümlere işaret etmesi sanki bir yetkilinin beni onaylaması, tasdik etmesi mahiyetindeydi. Tereddüt engelini kaldırdı bir nevi, adım atıp atmamak konusundaki tedirginliği sersemletti.
Sonra o günün üzerinden uzun bir süre geçti. Sınava girdim, tercih dönemini yaşadım. Sonuç olarak da Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü`nü Allah nasip etti. Birinci sınıfı başarılı bir biçimde bitirdim. Ekonomi derslerini sevdim. Çok şükür bir şikâyetim, itirazım yok. Her şey güzel şu anda...
Ahmet’in sorusuna gelince… Şunu dedi:
- Ya Hasret, ta geçen sene Recep bana sormuştu. Onunla üzerinde düşünmüştük. Demiştik ki, biz iktisat okuyoruz. Ekonomiyi öğreniyoruz. Ancak ekonomi dediğimiz şeyin bugün olmazsa olmazı faiz. Faizi dışarıda tutmak imkânsız! Haram para kazanacağız. Yanlış bölüm mü seçtik sence? Hiç seçmese miydik?
- Kardeşim öyle şey olur mu hiç? Bölümümüz çok isabetli, mükemmel bir tercih. Ama biz haritayı hep küçük açtığımız için hep küçük düşünüyoruz. Hâlbuki büyükçe açsak sınırın ötesindekileri de hesaba katabiliriz. Böylece bu sorduğun soruda olduğu gibi oyun kurmamıza engel ince detaylara saplanıp kalmayız.
Mesela sen burada kendi geleceğinin endişesini duyuyorsun. Para kazanabilecek miyim, geçinebilecek miyim, faize bulaşmaktan nasıl kurtulabilirim diye kaygılandığın için soruyorsun bu soruyu. Öte yandan büyük düzenin derdiyle dertlensen buralara takılıp kalmazsın.
Sakın beni yanlış anlama. Faiz mevzusunu küçümsediğimi, önemsizmiş gibi gördüğümü sanma.
Şunu demek istiyorum: Sistemin dışına çıkmadan kendine çıkar bir yol bulmak yerine neden sistemi def etmeyi düşünmüyorsun. Şu anda tüm dünyada hâkim olan ekonomik sistem sadece sermaye sahibi olmakla para kazanabildiğin faiz sistemi. Emeğin hiçe sayıldığı bir sistem…
Sen diyorsun ki bu sistem benim manevi hassasiyetlerimle, öz değerlerimle uyuşmuyor. Onlarla ihtilaf halinde… O zaman bunu değiştirmeye oynaman lazım. Gayretini, himmetini buraya sarf etmen lazım… Öyle bir yeni sistem geliştireceksin ki bırak İslam âlemini tüm dünya diyecek ki: “Vay be ne muhteşem bir ekonomi kurmuşlar. Bu ekonomiyi kendimize model alarak ekonomimizi buna dönüştürmeliyiz. Çünkü şu an geçerli olan ekonomiden her anlamda çok daha avantajlı.” Daha somut bir örnek vereyim: Bize Rudiger Dornbusch’un “Macroeconomics” kitabını okutuyorlar. Peki, neden onların üniversitelerinde Ahmet Gönül’ün Makroekonomi kitabı okutulmasın?
Bu işleri kim başarabilir? Edebiyat profesörü mü? İlahiyat mezunu mu? Elbette ekonomi biliminin eğitimini çekirdekten alıp gelmiş, iyice sindirmiş ve üzerinde çalışmış biri... Sen dersen ben bu bölümde okumam o derse ben bu bölümde okumam değişimi hiç kimse gerçekleştiremez. Biz de bu sistem içinde şikâyet ede ede yaşar gideriz.
Bu sebepten, bence bölüm seçimimiz efsane! Ama bize düşen tembelliği üzerimizden atıp çok çalışmak; müfredattaki her şeyi öğrenmenin yanında konferanslara katılmak, uzmanlarla temas halinde olmak, zevkle araştırmak. Bu alanın piri olmak piri!
Sonra kendi kendime kalınca şunu düşündüm:
- “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bilmesine biliyorum hatta başkasına anlatacak kadar iyi biliyorum. Peki, hiç bildiklerini uygulayanlarla uygulamayanlar bir olur mu?
GENÇ'ın Yazısı.