Şubat 2015 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu:  Yaşadığın bir olaydan ve bu olayın senin dünyana taşıdıklarından hareketle bir yazı kaleme almışsın. Konu, hayatın içinden ve herkesi ilgilendiriyor; sorgulaman da ‘zulme’ ve ‘zalimliğe’ dair yeni ve özgün bir bakış içeriyor. Bütün bunlar, her ne kadar daha da iyi çalışılabilir durumda olsa bile, yazını ‘Ayın Yazısı’ adayları arasına almak için yeterli. Sabırla, gayretle daha da iyilerini yazmanı bekliyorum ama…

Ayşe Altın

Sokaktayım. Sorumluluğunu yerine tam getirememiş bir talebe endişesinde kafam, derse gitmek için gelecek otobüsümü bekliyorum. Özveri ile bize ayırdığı zamanını çalmış olmanın sıkıntısı, en çok içimi rahatsız ediyor. Öyle ya nihayetinde bir profesör ve belki şu zamanı benden çok daha iyi değerlendirebilecek birilerine verebilir.

Otobüs geliyor. İçerisinde benimle aynı yolu gidecek arkadaşımın gözlerini bulup selamlıyorum. Nihayet metroda bir kez de onunla kontrol ediyorum tembel metnimi. Aktarma istasyonuna geçiyoruz. Merdivenlerin bitiminde beynimi tüm düşüncelerden sıyırıp, elektrik verilmişçesine sarsan o görüntüyle karşılaşıveriyorum. Üç küçük çocuk. İkisi altılı yaşlarında, daha toplu ve uzun olanı ise dokuzlu yaşlarında. Birinin kolları kısa, birinin sadece terliği var çorapsız ayaklarında. Kolları kısa olan ve diğerinin ayağında o da yok. Kir var yüzlerinde, dağınık saçlarında, parçalanmış üstlerinde. Hemen kalabalıktan ayrılıveriyorlar. İşte herkesin dikkatini celbettiler. Çünkü hava alışılmışın dışında soğuktur ve fazlaca hazırlanıvermiştir pek göremedikleri bu ziyaretçi karşısında kalabalıklar. Kafamda M. Akif’in “Ya param olsaydı, ya hamiyetsiz olsaydım” dizesi geçit yapıyor. Dürtüyorum arkadaşımı hadi anlaşacak kadar konuşabilirsin, desene kimi kimseleri yok mu?

Kadifekale’ye gideceklermiş. Anne babaları Suriye’de imiş, para istiyorlar elbette Türkçe. Yerine size ayakkabı alsak olur mu? diyorum, hem karnınızı da doyururuz. -Sanki sizin ihtiyacınızı, yardım etmeye kuvveti olan bizler daha iyi biliriz gibi– Olur diyorlar. Ayağında terlik olan itiraz ediyor. Ben istemiyorum diye. Dediğimizde niçin, benim var ya işte diyor. Bu istemenin iffetine sahip çocuğun ruhu gönlümü taşırıyor.

Saate bakıyorum fazladan on beş dakikaya sahibiz. Zaten çalışmamanın suçu üzerimdeyken bir de geç kalmayı ekleyip gidemem derse. Tamam hemen ilk dükkandan alalım sonra gidelim derse diyoruz.-çünkü üzerimizde o kadar nakit yoktur.- Yolda terlikli olan kurtuluyor ısrarımızdan, kararlı elleri ceplerinde uzaklaşıyor. Diğer ikisiyle baş başayız. Bu çocukları hiç mi kimse görmedi, görünmez değillerdir. Zihnim vızır vızır. Büyük olan daha sakin ama diğerini zapt edemiyoruz. Yürüyen merdivenin başına tutunup öyle çıkıyor. Telefon dükkanlarına girip oyun oynuyor. Bu muzurluklar benim hoşuma gitse de insanların sesleri, sesleri kısılsa bakışlarının gürültüsü kesilmiyor. İlk dükkana giriyoruz derse çok az kaldı. Satıcı hemen eline geçirdiği ayakkabıları denetiyor. Küçüğü bulup getirmek bana düşüyor. Gelen geçenlerin bakışları, homurtuları sonra satıcının tavrı giydirirken, ayakkabısını gözetiyor fevri hareketlerle sanki pis bir kemiğe dokunuyor. Bunları ayırt ederken niçin bırakamıyorum hemen. Ona böyle davranmasına nasıl müsaade ediyorum. Başka dükkan çok uzakta hem küçüğü o zamana kadar yanımda tutabilir miyim? O kadar kısa zamanda oluyor ki bunlar. Ama işte ne gelen geçenin ne satıcının onları gözleriyle nefesleriyle incitmelerine engel olamıyorum. Büyük olana bir de ceket almalıyız, kısa kolları. Küçük olan çıkarken ben bunları istemiyorum bunun yerine para ver diyor tam da adamın bana tanımadığınız kimselere yardım etmeyin kızım bak gördün mü Allah bilir satacak bunları dediği sırada. Ben çocuğun karnını da doyurmuşken başka bir ihtiyacınız daha mı var diyemiyorum. Arkadaşım rahatsız olduğunu belirterek bizim maksadımız belli ne fark eder manasında bir şeyler söylüyor satıcıya. Geç kaldık, koşuyoruz. Çocuklar gerimizde kalıyor. Belki kaçıyorum. Yakama yapışmalarından mı korktum. Daha da ver demelerinden mi?

Derse biraz mahcup da olsa girebildim. Aklım çocuklarda, insanlarda, kendimde. Dayanamadım yanlış anlamayacağını bildiğim bir arkadaşıma anlattım. Bana Kur’an’da zalim kelimesi karanlık manasında kullanılır ya, insanın içindeki karanlığa atfedildiğini düşünürüm dedi. Ne an ama. Zihnimin münazarası durdu. Tam da deminde, oturdu kelimeler yerine. Satıcının, gelen geçenlerin, onlardan istifade edenlerin! sonra derse geç kalmayı ahlakına yediremeyip onlara bu şekilde davranmalarına müsaade eden benim içimdeki karanlık yerleri gördüm. Güneşe bakan kısımda olmayan her düşünce işte zalimliği içermiyor mu? Bir şekilde mimik ile ifade ile fikir ile zulmetmiyor muyuz bir diğerine yahut kendimize. Ahlak öğretilerimizin sıralanışı ne? Sadece o görüntüye dayanamayıp hamiyetime yakıştıramadığım için vicdanımı mı teskin ediyordum? Ahlak hepsini de beraberinde getirmiyor mu?

İnsan içini aydınlatmadıkça dışına ışık veremiyor demek ki. Karanlıkta kaldığı her an da zulme düşmekten kendini alamıyor. Aydınlık nedir peki nasıl ulaşılır? Aydınlık fıtrattadır. İlk safiyette. Ona da ancak sevgilinin ve sevgilisinin kelimeleri ile ulaşılabilir. Onları içmekle…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.