İran cephesinde yeni bir şey yok: İranlılar yine Osmanlı askeri kuvvetlerinin yokluğunda bir kalemizi kuşatmaya alıp, Osmanlı ordusu yetişince de mertçe savaşmak yerine; arkalarına bile bakmadan kaçtılar.

Evliya Çelebi’nin haberi: İskender-i Zülkarneyn’in hazinedarı olan Bitlis adındaki bir zatın kurduğu söylenen (Türkiye sınırları içinde yer alan Bitlis şehrini de aynı kişinin kurdurduğu rivayet edilmektedir) Gürcistan’ın Tiflis şehri Osmanlı İran rekabetinin yeni sahası oldu. Gündemi meşgul eden diğer meseleler yüzünden kamuoyunun pek de dikkatini çekemeyen Osmanlı-İran arasındaki Tiflis çekişmesi şu şekilde başlamıştı: Gürcistan hâkimlerinden Davud Han, Osmanlı korkusundan Acem şahına sığınarak taç giyip, memleketine han olmuştu.

Uzun zaman Nuşirevan gibi adaletle idare edip ülkesini mamur etmişken, III. Murad zamanında; Lala Serhad Paşa, Gürcistan üzerine askerle gelerek, Çıldır kalesi ile yetmiş adet ona bağlı kaleleri fethetti. Tiflis üzerine de büyük serdarın gelmekte olduğunu Davud han haber alınca kırk bin asker Tiflis kalesine muhafız konup, savaşa hazır olundu. Bir taraftan da Osmanlı askeri hızla yol alarak Şirvan sahrasına çadırlarını kurdu. Önce Serdar Tiflis’e mektup gönderip dine davet etti:

“Ya İslam dinini kabul edin yahut kaleyi padişaha teslim ederek, kale dışında haraç verip reaya olun. Ve illa din-i mübin uğrunda hepiniz kılıçtan geçirilip çoluk çocuğunuzun esir edilmesi kararlaştırılmıştır.” Mektup alınıp içindeki anlaşılınca hepsi bir araya gelip konuştular. “Osmanlı bildiğinden kalmasın” deyi elçiyi kovdular ve kaleye kapandılar. Ama gene gelecekten endişe edenler aralarında konuştular ve İslam askerinin kuvvetine dayanamayacaklarını anlayarak hepsi memleketlerini terk edip kaleyi boş bıraktılar. Bu durum büyük kumandan tarafından haber alınınca İslam askeri ile peşlerine düştü.

Tiflis yakınındaki Kür nehrini geçip bir gün bir gece llgar ile Zekum kalesi altında Tiflis hanına şti. Onlar da aileleri ile ormanlık içine sığındılar. Müslüman gaziler hücum edip, Gürcülere galebe çaldılar. Fazlasıyla ganimet elde edip, askerin en küçüğü bile bir kalkan dolusu altına sahip oldu. Hemen ardından Osmanlı Serdarı, yeniçeri ağasını yedi oda yeniçeri ile Tiflis kalesinin fethine gönderip kendisi de ordusu ile Zekum kalesini fethe yöneldi. Aman ile kaleyi fethedip içine asker yerleştirdi. Oradan kuzeye giderek, Kerim kalesini kuşattı. Kale Osmanlı hücumuna dayanamayıp, aman ile kaleyi serdara teslim ettiler.

Evliya Çelebi’nin tabiriyle; Osmanlı Paşaşı, ava çıkmış aslanlar gibi bu eyaletten yirmi altı parça büyük küçük kaleler alarak, içine asker ve muhafız koydu. Sonra yoluna devam ederek, Tiflis kalesine girdiği gün büyük şenlikler oldu.Sonra vekarlı kumandan kalesini gayet sağlam bir hale koyup eyaleti yazdırdı. İdaresini beylerbeylik ile Kastamonu eyaletine mutasarrıf olan solak Ferhad Paşazade Mehmed Paşa’ya verip gerekli mühimmat ve levazımatını tamamladı. Sonra yirmi oda yeniçeri, beş oda cebeci, beş oda topçu, yüz yetmiş parça yıkılan öteki kalelerden askerler koyup, Tire, menteşe Teke, Hamid sancakları ile Sivas eyaleti askerlerini toptan buraya muhafız tayin etti.

Gürcistan’ın öteki taraflarını da yoluna koyarak İstanbul’a hareket etti. Beri taraftan Acemler ile Gürcüler Tiflis kalesini yedi ay kuşattılar. Bütün Müslüman gaziler kıtlık ve pahalılıktan son derece bunaldılar. Sonunda atlarını, köpeklerini, git gide şehitlerini bile yemek zorunda kaldılar. Hatta Subaşı adlı birinin köpeği yedi bin akçeye satın alınıp yenildi. Durum bu merkezde iken düşmanın yer yer hücumuna kahramanca karşı konuluyordu. Allah’ın hikmeti Erzurum valisi Mustafa Paşa deniz gibi asker ile koşup gelirken kaleyi kuşatan Acemlerin kumandanı İmam Kuli de kaçarak bu kadar ganimeti ve pek çok zahireyi savaş meydanında bıraktı.

Kalede kapalı kalan gaziler bol ganimet malına kavuştular. Mustafa Paşa kale altına ulaşınca İslam askeri taze can buldu. İkinci defa olarak Sadramzade Hüsnü Paşa üçer bin deve yüklü buğday ve diğer hububattan zahire getirip ambarlara doldurdular. (Sultan Üçüncü Murad devrinde Sultan Mustafa’nın tahta çıkışına kadar bu kale Osmanlı elinde kaldı.)

İranlıların, sürekli olarak; dikkati başka yerlere çevriliyken Osmanlı’nın arkasından iş çevirip, Osmanlı müdahale etmeye yeltendiğinde; daha Osmanlı gelmeden muhiti terk edip, gidince tekrar kafa çıkarması, otoriteler tarafından; söz konusu devletin genlerine işlemiş bir namertlik olarak tanımlanıyor. Aynı otoriteler, İranlıların bu tavrını; külhanbeyinin yokluğunda mahalle kahvesinde arkadan atıp tutan, kabadayılık yapan ama daha külhanbeyinin fesi ufukta görününce mekanı terk eden serserilere benzetmekte hiçbir mahzur görmüyorlar…


GENÇ'ın Yazısı.