Kolayı Zorlaştıran Cehâlet
Tarih sayfaları, nice ham ve kaba softanın yanlış dindarlık ölçüleri, kırıcı, dışlayıcı, nefret ettirici ve zorlaştırıcı üslupları yüzünden, dine ve dindara karşı soğuyan mahrumlarla doludur.
Dini ve dindarlığı zorlaştırmak, insanı Hak’tan koparan büyük bir cehâlet ve hatta ruhlara karşı işlenen büyük bir cinayettir. Zira fıtratı, dini ve insanı gereği gibi tanımayan nice kimseler, zamanla kendi kanaatlerini, geleneklerini, ham ve kaba softaların dindarlık algılarını din zannedip, Allah’ın razı olduğu kulluk kıvamını ulaşılamaz ve hayat hâline getirilemez bir ütopya hâline getirirler. Böylece birçok insanın Allah’a yönelişinin önüne engel olan yol kesiciler durumuna düşerler.
Din ve insanlık tarihine baktığımız zaman, bunun birçok misâlini görmek mümkündür. Meselâ Hıristiyan azizlerinin icad ettiği ruhbanlık, böyle bir uygulamadır. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerim’de şöyle haber verilir:
“…Önceki peygamberlerin arkasından Meryem oğlu İsa’yı da peygamber olarak gönderdik; ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.” (el-Hadid 27)
Asr-ı saadette de ruhbanlık meyillerinin ortaya çıkma emâresi görülünce, Allah Resûlü bu nevi girişimlere asla kapı aralamamış ve hatta çok sert karşılıklar vermiştir. Enes ibni Mâlik [ra] şöyle anlatır:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve:
– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:
– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:
– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız (en müttaki olanınız) ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir. ” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5.)
İnsanların dinden uzaklaşmalarına vesile olacağı endişesiyle Allah ve Resûlü her fırsatta dinin kolay oluşuna dikkat çekmişlerdir. Nitekim Yüce Rabbimiz, Ramazan-ı şerif ayında oruç tutulmasını emrettikten sonra, hasta ve yolcuların bu ayda oruç tutmayabileceklerini, bunun yerine daha başka günlerde oruçlarını kaza edebileceklerini beyan eder ve buyurur ki:
يُرِيدُ اللهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ
“Allâh sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (el-Bakara 2/185)
Allah Resûlü Efendimiz de dindarlığın kolaylıkla yerine getirilebilecek bir hayat tarzı olduğuna şöyle dikkat çeker:
“Şüphesiz ki bu din kolaydır. Her kim, (kolay olan) bu dini zorlaştırırsa, altında kalır. Onun için orta bir yol tutun…” (Buhârî, İman, 29).
Yine O şöyle buyurur:
“Ey insanlar, amellerden gücünüzün yettiğini yapın. Zira siz usanmadıkça Allah usanmaz. (Allah hiçbir zaman ibâdet edilmekten usanmaz; fakat siz usanırsınız.) Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhâri, Libas, 43)
İnsanların istidat, istek ve tâkatleri farklı farklıdır. Birinin zevk aldığı ve kolaylıkla yaptığı bir ameli, bir diğeri aynı şekilde istekle ve kolaylıkla yapamayabilir. Bu bakımdan herkesi kendi dindarlığı ölçeğine çekme girişimleri, doğru görülmemiştir. Asr-ı saâdette yaşanan şu hâdise bu gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer:
Muâz bin Cebel [ra] kavmine imamlık yapardı. Bir gece namaz kıldırırken Kur’ân’ın en uzun sûresi olan Bakara Sûresi’ni okumaya başladı. Arkasında cemâat olarak kendisine tâbi olan bir kişi, Muaz’ın bu uzun okuyuşuna canı sıkılıp selam vererek cemaatten ayrıldı ve sonra da namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama:
− Ey filan, nifak mı çıkarıyorsun? dediler. O:
− Vallâhi hayır, Resûlullâh ’e gidip (Muâz’ın yaptığını) haber vereceğim, dedi.
Efendimiz’in yanına vardığında:
– Ey Allâh’ın Resûlü, biz develerle su taşıyan insanlarız. Gündüzleri çalışıyoruz. Mescidimizde imamlık yapan Muâz da bize gelip Bakara Sûresi ile namaz kıldırıyor, dedi.
Resûlullâh Efendimiz, Hz. Muâz’a yöneldi ve:
“– Ey Muâz, sen fitneci misin? Veşşemsi’yi, Vedduhâ’yı, Velleyli izâ yeğşa’yı, Sebbihisme Rabbikel-a’lâ’yı oku!” buyurarak ona kısa sûreleri okumasını tavsiye etti. (Müslim, Salât, 178; Buhârî, Ezân, 60, 63, 66)
İnsanların Allah’ın rızasına erişme yolları farklı farklıdır. Kimin hangi amelle ilâhî rızayı kazanacağı bilinemez. Bu itibarla Hakk’ın rızasını kendi gönlümüze güzel gösterilen amellere hasredip, Allah’ın bütün kullarını bu amellere zorlamak, dini gereği gibi bilmemek demektir.
Farz ve haramlardan taviz vermeden, her mümini dindarlık dairesi içinde görebilmek ve dini zorlaştırarak değil, kolaylaştırarak hayat hâline getirebilmek, ilim ve irfân nişânıdır.
Tarih sayfaları, nice ham ve kaba softanın yanlış dindarlık ölçüleri, kırıcı, dışlayıcı, nefret ettirici ve zorlaştırıcı üslupları yüzünden, dine ve dindara karşı soğuyan mahrumlarla doludur. Ne yazık ki, Hak adına, kullarını Hak’tan soğutan ve uzaklaştıran bu nevi gafil kimseler, çoğu zaman ne büyük bir cürüm işlediklerinin farkında bile olamamışlardır.
Adem Ergül 'ın Yazısı.