Mine Taşdemir

Bizler yaptığımız işin en iyisini yapmadığımız sürece başımız, işini hakkıyla yapanlara dönük, gözlerimiz onlara hayran hayran bakarken, ortaya çıkan eksik, güdük, yarım yamalak işler, inşaatçı önünde biriken çimento torbası misâli birikip duracak!

Babam, küçüklüğümden beri “Kızım, her zaman, yaptığın işi severek yap. Yaptığın işin bir önemi yok. Ha ders çalışmak, ha bulaşık yıkamak ha başka bir şey… Eğer o senin yapman gereken bir şeyse onu severek yap ki yaptığın iş sana yorgunluk yerine mutluluk olarak dönsün. Aksi takdirde hem çok sıkılırsın hem çok yorulursun” der.

Küçükken, babamın bu cümleleri tekrarlayıp durmasının nedenini sadece ama sadece benim matematik dersine ilgisizliğim zanneder, masa başına geçer, sırf babamı üzmemek adına, nefret ettiğim matematik kitabını açar sorularla can çekişir dururdum. İçimden de matematik çalışmanın neresi sevilebilir diye geçirirdim.

Şimdilerde babamın ne demek isteğini yeni yeni anlıyorum galiba. Bizler, görevlendirildiğimiz ya da talip olduğumuz işleri en iyi şekilde yapmadığımız sürece, hep başkalarını örnek alacağız. Yaptığımız başkasını taklitten bir adım bile öteye geçemeyecek.

Daha açık ve somut konuşmak gerekirse, bu ülkenin kasiyerinden, otobüs şöförüne, doktorundan, belediye başkanına herkes işi neyse onu hakkıyla canla başla ve severek yapmalı. Yapmalı ki yeniden geçmişimizde olduğu gibi parmakla gösterilen, imrenilen bir medeniyet olsun….

İşini severek yapan bir doktora rastladım geçenlerde. İş başvurusu için gereken sağlık raporunu almaya gelen bir ağabeyin, muayene sonucunda işitmesinde problem olduğunu saptayıp, bununla ilgili tedavi yollarını hastasına anlatmaya çalışan… Ağabeyin tüm ısrarlarına rağmen sağlık raporunu imzalamayan ve “Beyefendi, biliyorum siz de ailenize rızık gönderme endişesi içindesiniz ve işe başlamanız için bu raporu almanız şart. Ama bırakın bende işimi hakkıyla yapayım, giydiğim şu beyaz önlüğe ihânet etmeyeyim. Bana kıyamet günü yüzümü kızartacak bir şey yapmam için lütfen daha fazla ısrar etmeyin. Önce işitmenizle alakalı problemi çözmenin yollarını bulmalıyız.”

Bir de güzel sözün, güler yüzün sadaka olduğunu bilen bir kasiyerle tanıştım geçtiğimiz günlerde. Bir yandan peynir, zeytin, reçel, konserve…. Aldıklarımı poşetlememe yardım eden bir yandan da sıcacık tebessümüyle içimden “Bu kızı sanki yıllardır tanıyorum.” Dedirtip duran kasiyer kız…

Bir de kasiyeri olduğu marketten, alışveriş yaptığımız için neredeyse bizi dövmeye yeltenecek, asık suratlı, müşterinin yüzüne poşet fırlatan kasiyerler var…

İşini severek yapan öğretmenle sevmeyerek yapan öğretmenin farkına değinmeye gerek yok sanırım. Dersinde masasına geçip gazete okuyan sınıfı da kendi hâline bırakan öğretmenle, dersinin bir dakikasını bile heba etmek istemeyen ve dersini işleyen öğretmenin öğrencileri illa ki farklı yerlerde olacaktır. Bunun aksini iddia eden de yoktur sanırım. Tıpkı dersine düzenli çalışan ve ödevlerini zamanında yapan bir öğrenciyle, dersle ödevle pek alakadar olmayan, anne-baba zoruyla okula giden bir öğrencinin dönem sonunda e-okulda yazan notlarının ve puanlarının farklı olacağının aksini savunanın olmadığı gibi…

Demem o ki, mesleğimiz her ne olursa olsun, işimizi en iyi şekilde yapmalı, kıyamette yüzümüzü kızartacak sebepleri arttırmak yerine dünyada tebessümümüzü ve güzel sözlerimizi arttırmalıyız. Bir doktorun, bir fırıncının, bir pazarcının, bir öğretmenin gülümsemesi çok da zor olmasa gerek.

Aksi takdirde, başlarımız hep başka medeniyetlere dönük kalacak. Sizce de öyle değil mi?


GENÇ'ın Yazısı.