Mehmet Fatih Yelmen

Dadaizm ve Sürrealizm’e Müslümanca bir girizgâh...

Müslüman olmak, en sade ve batılın anlayacağı dilden Dadaist, Sürrealist, Kapitalist vb. hayata bakışı belirten bir kimliktir. Buna göre, bir Dadaist muhtemelen yazıya şöyle başlardı: “Ey söğüt dalına yuva yapan mandayı sevenler! Ne haber hepinizden?...” Oysa biz “Dadaist bir Müslüman” olarak değil de Dadaizm’i bilen bir Müslüman olarak yazımıza Allah’ın selamı ile başladık. Acaba böylelikle sanata ihanet mi ettik? Bu sorunun cevabını başka bir zamana bırakarak yazımıza başlayalım.

Sanatın tanımı veya gerekli olup olmadığı meselesi üzerine onlarca düşünür tarafından, bir çırpıda sayamayacağımız kadar çok kitap yazılmıştır. Bir müslüman olarak bu meseledeki şahsi fikrim, batıla ait kavramlara ve sistemlere dair asgari müşterekte malumatımız olması yönündedir. Mevcut duruma samimiyetle bakıldığında batıla dair kavramların ve tanımlamaların, bir hayat tarzının bileşenleri olduğu ve bunun Müslümanların hayatına çeşitli isimler ve biçimler altında sokulduğu farkedilecektir.

Yazımızın başlığını oluşturan soruya kaynaklık eden öncü(avangart) sanat akımları da böylesi bir hayat tarzı inşa eden zihin yapısından hareket etmektedir. Akıllı telefonlarımızı, tabletlerimizi, “ışık hızı”ndaki internetimizi ve bizi, geçmişi anlamak ya da hissetmek bağlamında alıkoyabilen tüm teknolojik “ihtiyaç”larımızı bir kenara bırakıp 1900’lerin başlarına gidelim ve bunun için akıllı aygıtlarımızı değil, bir nimet olarak bahşedilen aklımızın bizatihi kendisini kullanalım.

Bildiğimiz gibi I.Dünya Savaşı (1914) aynı zamanda toplumsal bir yıkıma da sebep olmuştur. İnsanlığın girdiği çıkmazdan bu savaşı mesul tutan bir grup sanatçı 1916 senesinde Zürih’te toplanarak, bütün ahlaki, politik ve estetik inançların savaşta tahrip olduğunu ilan ettikleri Dada isimli bir akımı başlatmıştır.(Stephen Little, “İzmler”, s.110)

Etimolojik açıdan Dada kelimesi Rumence “evet”, Fransızca “oyuncak, tahta at” gibi birçok dilde farklı anlamlara gelebilmektedir. Dadaistler yayınladıkları çeşitli manifestolarda hayatı, sanatın üzerinde tuttuklarını, hiçbir kuramı tanımadıklarını haykırmışlardır. Hayattaki ve sanattaki kuralların/kuramların yerine rastlantısallığa, saçmalığa ve doğaçlamaya kıymet vermişlerdir. Elbette bu tavırları ile sanat akımları içinde, pek çok akıma temel teşkil edebilecek ayrıcalıklı bir yer edinmişlerdir.

Gazete sayfalarından rastgele kestikleri kelimeleri bir şapkaya koyup, onun içinden yine rastgele çekerek oluşturdukları şiirler onların edebi anlayışlarına dair bir örnektir. Modern veya öncü sanattan bahsedildiğinde ismi mutlaka zikredilen Marcel Duchamp’ın -R.Mutt mahlasıyla- bir pisuvarı “çeşme” ismiyle yarışmaya göndererek imza attığı skandal, Dadaistlerin sanata ve hayata dair tutumlarını gösterecek başka bir örnektir. Bu “eser” elbette yarışma dışı kalmıştır ancak sanat dünyasına getirdiği ses ve açtığı çığır ile belki de yarışmada elde edebileceğinden fazlasını elde etmiştir.

O güne kadar idealize edilmiş neredeyse tüm düşünce sistemlerine karşı çıkarak yıkıcılığı baş köşeye koyan Dadaist sanatçıların bazıları, Sürrealizm (Gerçeküstücülük) akımını da başlatmışlardır. İki akımın da, yazımızın bağlamında bizi ilgilendiren ortak özellikleri, görünenin değil esas olarak görününenin ötesindeki görünmeyenin peşine düşme çabalarıdır. Buradaki “öte”yi oluşturan en önemli unsur ise “mana”dır. Mananın peşinde olmaktan kastımız, Dadaistlerin ve Sürrealistlerin ilahî bir mana arayışı değildir hatta aksine onlar dini sınırlayıcı olarak nitelemişlerdir. Dadaist ve Sürrealist sanatçılar için mana, sanata ve hayata dair zihinsel bir sürecin sonundaki sorgulamanın pratik sonucudur. Örneğin Duchamp, gündelik nesneleri çeşitli eklemeler ve çıkarmalarla kullanım gayelerinin bağlamından kopararak onları sergi salonuna sokmuştur ve bu sayede hem sanatın hem de sanatçının manasını sorgulamıştır.

Salvador Dalí “The Persistence of Memory” 1931 (Belleğin Azmi)

Resim sanatı tarihinden bahsedildiğinde ise yine ismi mutlaka zikredilen Dalí de, canlıları ve nesneleri kendi rüyalarından ya da hayal gücünden yola çıkarak resmetmiştir. Bu açıdan Freud’un; insanın bilinçaltını/bilinçdışını ortaya çıkarmak için oluşturduğu psikanalitik kuram Sürrealistler için önemlidir. Belirtmemiz gerekir ki Freud’un kuramı, pek çok davranışın ve rüyanın kökenini nefret hissine veya cinselliğe dayandırdığı için gerek müslüman gerekse gayrimüslim yazarlar tarafından haklı bir tenkide maruz kalmıştır. Konuyla alakalı eleştirileri daha ayrıntılı okumak isteyenler, Freud’ın kuramına dair kitapları okuduktan sonra merhum Muhammed Kutub’un “İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler”ini okuyabilirler.

Daha önce bahsettiğimiz gibi Dadaizm’in ve Sürrealizm’in ortak noktaları, görünmeyene ve bilinmeyene dair tutumlarıdır. Konuyu hemencecik “iman edin ve meseleyi çözün” diyerek sonlandırmak istemem ancak görünmeyene ve bilinmeyene dair en temelli, manalı, doyurucu, algılanabilir ve etkileyici yaklaşımların da İslam’da bulunduğunu hatırlamamız gerekir. Şuurlu bir müslümanın tekamül sürecinde Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek istediğinde, görünenin -algılananın- ötesine bakmayı bir refleks haline getirdiğini biliriz. Tabiattaki döngünün ve her olayın müthiş bir sebepler/sonuçlar ilişkisi içinde -ki bunun bir kısmı aciz bir algılama ile Dadaistlerin önemsediği rastlantı olarak da nitelenebilir- gerçekleştiğini, ve ilk bakışta farkına varamadığımız bazı oluşların esasında hayati manalar taşıdığını hem doğrudan Kur’an’ı Kerim’den hem de dolaylı olarak tabiatı tefekkürle bulabilmekteyiz. Dadaistlerin ve Sürrealistlerin sadece hayata/sanata dair kendi belirledikleri hükümlerin yazılı olduğu “manifesto”nun sunduğu algılama biçimini İslam, hem hayata hem de hayatın ötesine dair ilahî hükümleri, beşeri bir manifestoya göre kusursuz bir kelam olan Kur’an ile sunmaktadır. Burada elbette katiyen bir kıyas yapıyor değiliz ancak daha önce belirttiğimiz gibi batılın kavramlarını, bazı meseleleri hem farkına varabilmek hem de farkına vardırabilmek gayesiyle kullanmak ve haddini bilen örnekler vermek durumundayız. Aksi takdirde kusursuz ve tamamlanmış ilahî kelamın ve inşanın, kusurlu ve eksik beşeri kelamdan ve inşadan üstünlüğünü bir davet olarak sunamayız.

Mevcut sistemlerin insanlığa sadece hem yapay hem de geçici doyumlar ve mutluluklar verdiği, müslim/gayrimüslim vicdan sahibi insanlar tarafından bilinmekte ve yazarlar aracılığıyla çeşitli platformlarda ifade edilmektedir.

Sanatın bir zihin inşa etmesi ve böylelikle bir algılama imkanı sunması açısından önemi, medeniyet kavramına -hem doğu hem de batı medeniyetlerine- tarihsel bir yaklaşım neticesinde kolaylıkla görülecektir. Sanatın mutlak surette medeniyetin bir parçası olması, beşeri ve tabii ilahî yaradılışın yapısal olarak ele alınmasıyla kavranabilmektedir. Velhasıl, sanat tarihinde batılın öncü(avangart) olarak isimlendirdiği tüm sanatsal bakışlar, İslam’da misliyle üstelik deruni bir bakışla mevcuttur. Yazımızın konusunu oluşturan Dadaizm ve Sürrealizm’in sanata ve hayata dair bakış açıları ise bunlardan sadece ikisidir.


GENÇ'ın Yazısı.