Davutoğlu’nun siyasi anlamda hissettiği mesuliyet duygusu kadar ilim dünyası için de bir mesuliyet duygusuna sahip olduğunu ve  bunun için o fırsatı da Allah’ın inayetiyle yakalayacağını ümit ediyoruz.

Ahmet Davutoğlu, en başından beri Ak Parti hükümetinin dış politikasına yön veren bir isim. Davutoğlu’nun politik serüveni Stratejik Derinlik kitabıyla başladı diyebiliriz. Davutoğlu, kitabını yazarken, yakın bir zamanda yeni bir hükümetin iş başına geleceğini kestiriyor  muydu bilinmez. Ancak bildiğimiz gerçek, kitabın yayına çıktığı (Haziran 2001) tarihiyle Ak Parti’nin kurulduğu günlerin  birbirine yakın olması. (Ağustos 2001) Ve kitabın yeni hükümetin göreve gelmesiyle birlikte Türk Dışişlerinde yeni bir süreci başlatması…

İlmî mahfillerde, gerek yurtiçinde gerek yurtdışında, yetkinlik ve yeterliliğini ispat etmiş bir isimdi Ahmet Davutoğlu. Hangtington  (Medeniyetler Çatışması) Fukuyama (Tarihin Sonu) gibi, Batıyı merkeze alıp bir tarih okuması ve medeniyet projesi geliştiren  isimlere karşı anti tezler üreten bir bilim insanı. Daha sonra İspanya ile birlikte kurulan Medeniyetler İttifakı projesi de bu antitezin  hayata geçirilmiş bir şekli olmalı.

Bu kudretli ilim adamı, kendi ülkesinin tarihî, kültürel birikimini merkeze alan, coğrafi ve stratejik konumunu iyi okuyup değerlendiren  derinlikli bir çalışma yapıyor. Kendi ifadesiyle: “Türkiye’de hissedilen stratejik teori eksikliğini gidermek ve alternatif bakış açılarını  ortaya koyabilmek” amacına mütevazi bir katkı iddiası taşıyor. (Stratejik Derinlik, s. 11) Kitap çok ciddi bir ses getiriyor. (Burada sadece Ahmet Taşgetiren’in Yeni Şafak’ta çıkan “Türk Dış Politikasının Başucu Kitabı Olacak Bir Eser” adı altında yazdığı yazıyı hatırlatmak isterim.) Tabii Ak Partili kadrolar daha evvelden çok yakından tanıdıkları bu simayı iş başına getirmekte gecikmediler. Yazılan satırların sıcağı sıcağına reel anlamda politikaya dönüştürülmesi gerekliliğini düşündüler.  

Bilindiği gibi Davutoğlu, 6,5 yıl boyunca gerek dışişleri, gerek başbakanlıkta başdanışman olarak görev yaptı. Bu süre zarfında ortaya koyduğu derinlikli stratejisiyle -tabii kendisinin de çeşitli vesilelerle ifade ettiği gibi hükümetteki istikrar dolayısıyla- kitabındaki projeleri belli bir oranda uygulama imkânı buldu. Ancak hedeflerin tam olarak gerçekleşebilmesi için bilfiil iş başında olmak  gerekiyordu. Nihayet Davutoğlu hariciyeyi bizzat deruhte etti. O günden sonra yıldızı daha çok parladı Davutoğlu’nun. Ortaya koyduğu performans gerçekten akıllara ziyan, dudak uçuklatacak cinstendi. Wikileaks belgelerinde onunla ilgili “çok tehlikeli” diye not düşülmesi boşuna değil!

Dışişleri Bakanı 2007 seçimlerinde tekrar akademisyenliğe dönme düşüncesiyle milletvekilliği düşünmüyor. Başbakandan müsaade alabileceği kanaatini taşıyor. Ne var ki, Başbakanın onunla ilgili planları daha ağır basıyor ve dışişleri görevi ona veriliyor.  Şimdi milletvekilliğine hazırlanıyor ve bütün hızıyla siyasete devam sinyalleri veriyor. Her ne kadar gönlü hâlâ akademisyenlikten  yanaysa da, Sezai Karakoç’un “kaderin üstünde bir kader vardır / göklerden gelen bir karar vardır” mısralarına sığınıyor. (Nuriye  Akman, Akılda Kalan, TRT Haber, 26.12.2010)  

Aslında Ortadoğu’da 2011 yılıyla ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’nin bu noktada üstlendiği rol; söz konusu kararın ne kadar isabetli  olduğunu, bu kader sırrını bütün her şeyiyle ifşa etmiş oluyor.

Bunlar az çok bildiğimiz şeylerdi. Ancak Davutoğlu geçenlerde Stratejik Derinlik’in Arapça çevirisi için bir tanıtım toplantısına katıldı. (Bu arada kitabın Arapça ilk baskısının çabucak bittiğini, kitabın ayrıca Yunancada 17 baskı yaptığını hatırlatalım.) O toplantıda, aslında bu kitabı seri hâlinde üç kitap olarak planladığını ancak ikinci ve üçüncü kitaplara henüz fırsat bulamadığını söyledi.

Bu gerçekten heyecan verici bir ha berdi. Özellikle ilim dünyası için. Bir o kadar da üzüntü verici. Heyecan vericiydi zira yazılacak olan  kitapların biri Türkiye’yi “Tarihî Derinlik” diğeri de “Felsefî Derinlik” perspektifinden ele alacaktı. İlk kitap nasıl siyaset ve dış politika  için bir derinlik meydana getirmişse bu kitaplar da ilim ve kültür dünyamız için öyle bir derinlik getirecek, bir ufuk açacaktı. (Bu satırları yazdıktan sonra, tekrar kitabı gözden geçirdiğimde, yazarın daha önce kitabın önsözünde serinin bu kitaplarına değindiğini gördüm. Stratejik Derinlik s. VII, ayrıca s. 8)

Vakıa, İslam dünyasında geçen yüzyıl boyunca, İslam Tarih, Düşünce ve Felsefesine dair ciddi eserler kaleme alındı. Söz gelimi, Faslı Prof. Muhammed Âbid Cabiri, “Arapİslam Aklının Oluşumu” “Arap-İslam Aklının Yapısı” ve “Arap-İslam Siyasal Aklı” adıyla bir seri kitap kaleme aldı. Hakikaten bu kitaplar, İslam ilim-düşünce ve kültür dünyasında büyük ilgi ve heyecana neden oldu. Câbiri,  rtaya koyduğu tasnif (Beyan-İrfan-Burhan) ve bunları derinlikli ve etraflı değerlendirmeleriyle övgüyü fazlasıyla hak ediyordu.

Ancak eserde bazı malüliyetler de yok değildi. Mesela müellifin Farsça ve Türkçe bilmemesi ve bu dünyadan yeterince haberdar olmaması bunlardan biriydi. Dücane Cündioğlu’nun haklı tespitiyle, nihayet bu eserler İslam düşünce tarihine Fas’tan bir bakıştı.

Benzer eserler vücuda getiren son yarım yüzyılın büyük düşünürleri Hasan Hanefi ve S. Hüseyin Nasr’ın düşünceleri de zikre değer. Ancak aynı minvalde düşünürsek, Hasan Hanefi’yi Mısır’dan, S. Hüseyin Nasr’ı İran’dan bir bakış olarak görebiliriz.

Cündioğlu’nun deyişiyle, esasen meseleye bir de İstanbul’dan bakılmalıydı. (Felsefe’nin Türkçesi, s. 86, 87) Tarih ve düşüncenin  tam kırılma noktasından. Elbette bu büyük düşünce başkentinden tarih ve düşünceye bakabilmek, ilmî, tarihî, felsefî alt yapı, kültürel ve entelektüel donanım ve belki hepsinden önemlisi “içeriden bir bakış” gerekliydi. Bir o kadar da cesaret… İşte Stratejik Derinlik böyle derinlikli bir okumanın, güçlü bir projeksiyonun tarih ve düşünce üzerine tutulabileceğinin en ciddi göstergesiydi.

Üzüntü veren nokta ise bu kitapların geçen on yıllık süre zarfında yazılamamış olması. Davutoğlu bu kitapları yazmak için bir gün  fırsat bulur mu şu an için kestirmek güç. Ancak, Davutoğlu’nun siyasi anlamda hissettiği mesuliyet duygusu kadar ilim dünyası için de bir mesuliyet duygusuna sahip olduğunu ve bunun için o fırsatı da Allah’ın inayetiyle yakalayacağını ümit ediyoruz. Zira siyasetin, ilim ve düşünceyle beslenmezse akim kalacağını, belli bir zaman sonra kısır bir döngüye kapılacağını, kökleşmiş ilim ve fikir  sistemlerine sahip olmadan, uzun soluklu siyaset yapmanın mümkün olmadığını hepimizden iyi onun bildiğine kuşku yok.

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na siyaset dünyasının olduğu kadar hatta daha fazla ilim dünyasının ihtiyacı var.


Mesut Kaya'ın Yazısı.