Yunus Emre Gürcan

Söylenenleri ve yazılanları gördükten sonra en başta belirtmeliyim ki bu yazı da hiçbir siyasi otoriteyi, herhangi bir otoriteyi, şahsı, ideolojiyi ya da bir kurumu savunmuyorum. Ben sadece Hz. İnsan’a saygı ve sevgi duyan birisi olarak ağzı olanın rahatlıkla bulunduğu söylemlerin ne kadar haksız, yaralayıcı, ayrıştırıcı ve çıkarcı olabileceğini görüp biraz susayım istedim. Zira ben en çok yazarken susarım…

Sessiz gecenin dayanılmaz sesini bastıran, umuda koşan nefeslerin gürültüsüydü. Soğuk kışların sıcak bir gecesinde, bunca zamandır “ölümüne” koşuşturmacanın olduğu yerde; sakinliğin ürkütücü varlığı sessizliği perçinliyordu. On aydır bekleyen kalpler, son gecenin neyin sonu olduğunun belirsizliğiyle sabırsızlanıyor, yorulmuş suretleriyle tepeyi gözlüyorlardı.

Birisi babaydı, birisi abi. Birisi ise sadece evlattı.

Parmaklar tetikte, canlar burundaydı. Hepsi de beklemeyi yenecek kadar beklemiş vatansever insanlardı.

Vatanı savunurlardı. Silahları, siperleri ve nöbetleri vardı. Arabaları, villaları ve çıkarları olan insanların vatan dediği toprağı vatan yapan onlardı. Kana bulanmayıp can almamışlardı ama toprağı vatan yapmışlardı.

Birisi baba, birisi abi, biri sadece evlattı…

Kırk adamdı, on aydı, tek bir “gece” bizi vatansever, onları hain yaptı…

Vatan neydi? Neye vatan denirdi?

Buna cevap vermeden birilerine vatansever ya da hain denir miydi?

Şah Fırat neden insanları vatansever ve hain diye ayırdı ki?

İnsan, var olan diğer tüm varlıklardan farklı olduğunu ispat edecek hak, sorumluluk ve donanıma sahip bir canlıdır. Onu eşsiz kılan ve bu sebeple sadece kendisi için söylenebilecek durumlar, olay ve yaklaşımlar söz konusudur. Aklı ve sosyal yaşama muhtaç yapısı gereği devlet kurmuş, yıkmış ve yıkılmıştır. Bu söylem altında yaptığı her eylem kabul edilebilir ya da yararlanılabilir değildir. Ancak devlete dair çabalarını kötü olanlardan ayırarak kabul edilebilir kılan, özgür “yaşama” gereği ve isteğidir. Burada ki temel olgu “insan” dır. Doğal olarak insanın anlamlı olması için yaşama eylemi ya da daha ayrıntı da özgür yaşama durumu devam etmelidir.

Vatan sadece insan için söylenecek bir durum olmasa da en çok onunla anılır ve doğal bir şekilde hak olma özelliğine sahiptir. Devlet ise tarihsel süreç içerisinde bu durumu oluşturmak veya muhafaza etmek için tesis edilmiştir. İnsan hala temel olmalıdır ancak zamanla vatan ve daha sonraları devlet insanın önüne geçme cüretkârlığı göstermiş insan ise buna sesini çıkarmama gafletine düşmüştür. Daha da ötesinde bunu doğru kabul etmiş, itiraz edenleri vatan haini ya da otorite tanımaz ilan edecek bağnazlığa kadar da boğulmuştur.

Duygusal ya da fazla resmi yazılarımın ötesinde özetle, vatan ancak insanla anlam kazanan toprak parçasıdır. Devlet ise insanı yaşatmakla mükellef hiyerarşik sistemdir.

Vatan nedir sorusuna bu şekilde cevap verişimiz, ne bizlerin özgür olarak yaşaması için kendini feda eden şehitlerimize helal getirmekte ne de bu devleti güçlü kılan dinamikleri zedelemektedir.

Bu minvalde konuşmaya devam ederek gözümüze sokulan ya da bizzati kendimizin yaptığı yorumlara bakış açısı geliştirmeye çalışacağım. Yani daha az siyasi daha çok insani…

En başta devletimiz toprak kaybetmemiştir. Eğer toprak kaybetmenin ölçütünü yüzölçümü kabul ediyorsak; Türkiye’nin anavatan dışında bulun tek toprak parçası hala on dönümdür. Bizim için önemli olan bayrak ise, gönderdedir. Askerimizin olması önemli ise, onlar da beklemektedir. Gidemediğin yer senin değildir diyorsanız, cevap manidardır. Hizmet diyorsanız müteahhitler çalışmaktadır. Sonuç olarak –Allah zeval vermesin- devletimiz toprak kaybetmemiştir.

Vatan toprağı terk edilip gelinmemiştir çünkü anlatmaya çalıştığımız gibi vatan üzerinde yaşayan, yaşayabilecek olan insanlarla anlamlıdır. Şehir yapılanmasının olmadığı, sivillerin görmediği, masa başında siyasi kaygılarla ve imzalanmış kâğıt parçalarıyla kazanılmış toprak birliğini anlamlı kılan, orada yatan atamız, onu onurlandıran bayrağımız ve askerimizdir. Eğer –ki öyle olmuştur- sizi, maddi, manevi, siyasi ve insani olarak sıkıntıya gark edecek durumlar peyda olursa buna karşı önlemler alırsınız. Bu on ay öncesinde, muharip gücü yüksek eğitimli askerlerin ve teçhizatın oraya gönderilmesi olarak vücut bulurken değişen şartlar ve zorluklar gereği farklı bir biçime bürünebilmektedir. İnsan hayatının hüküm sürmesine müsaade etmeyen şartları değiştiremiyorsanız –ki öyledir- yani vatanı anlamlı kılacak insanlar özgürce yaşamak yerine boğazı kesilerek katledilme, yakılma ya da sözde cihat adına öldürülme tehlikesi altındaysa ve atamızın mirasının kirletilmesinden endişe duymaktaysanız “vatanınızı” korumak için konum değiştirmeniz hainlik değildir. Bilakis Musul’da geç kalınarak ceremesi çekilen bir doğru hamledir.

Marmara denizinin tabanı, Keban barajının toprağı vatan değil midir? Daha önce baraj suları gelecek diye iki defa yer değiştiren türbenin toprakları o zaman vatan değil miydi? Neden sular altında kaldığı halde onu savunmaya devam etmedik? Üzerinde yaşanacak, türbeye hak ettiği saygıyı gösterebileceğimiz ortam yoktu ve o yüzden değiştirilebilir değil miydi? Bugün de aynı şartlar söz konusuyken, üstelik siyasi ve iktisadi sıkıntıları ile birlikte gelirken bunu neden kabul etmemekteyiz?

On dönümlük araziyi çok güzel korumuş bulunmaktayız. Başkalarının söylemi doğrultusunda karakolu, yabancı ayağı basmaması şeklinde korumak için bölgenin şartları doğrultusunda başka bir ülkenin topraklarına askeri üs kurmalıydık. Aksi halde bunun askerlerinizi turuncu tulumlarla demir kafeslere koymanızdan bir farkı olmazdı. Peki, üs kurar mıydık? Yaptık diyelim. Sınırlarımızı koruma endişesine kapılmamız gereken bir kaos ortamında sınırdan uzakta bir askeri yapılanmaya giriştik. Gayrinizami harbinde ötesinde bir nizamsızlıkla savaşan üç farklı terör yapılanması ile çevrilmiş bulunmaktayız. Her türlü saldırıya, ölüme ve kayba açık haldeyiz. Beş bin kişiyi doyurmak için canlı kalması gereken ikmal yollarımızda her gün yirmi şehit veriyoruz. Savaş ilan ettik ama düzenli bir ordu yok. Bölgede güçsüz kalmamızı isteyenler başkasını vuruyoruz diye bize vurmaya başladılar. İstanbul’da, Adana’da, Kütahya’da bombalar patlıyor. Kırılan camlar, kesilen boğazlar, feryat figanlar ve biz; vatanını, milletini, onun ırzını ve namusunu seven insanlar…

Vatan toprağının Kurtuluş Savaşı ile anlam kazandığını iddaa ederken Şah Fırat ile değersizleştiğini söyleyenler için “Hattı müdafaa yoktur, Sathı müdafaa vardır” diyen Mustafa Kemal’de mi vatan hainidir? Yoksa şartların gerektirdiği şekilde milleti yaşatmak onurlu ve şanlı değil midir?

Savaş ya da savaşa giden durumlarda, değişen şartlarda en mantıklı kararı vermek vatan savunmasının temelidir. Mantıklı davranışın ne olduğu konusunda ki farklılar vatan nedir sorusuna verilen cevaplarla birlikte bağnazlıkla göz ardı edilen yukarda bahsedilen tutarsızlıklar ve çelişkilerdir. Ancak daha da ötesinde rahat yataklarımızın sıcak güvenidir. Bu olay sırasında söz söyleyebilecek tek kişi, on aydır orada aç susuz, ilaçsız, korku ve belirsizlik içinde yaşayan askerdir. Ötesinin sözü/hakareti, Trabzon’da fıkra, benim kalbimde nankörlüktür.

Realist bir yaklaşımda bulunmaya çalışırsak; Aktif asker sayısı 700 bin olduğu bir zamanda bedelli askerlik başvurusunun 100 binden fazla olduğu bir ülkede, hiç kimse orada ki askerleri ya da onların isteği doğrultusunda yapılmış bu operasyonu yargılayamaz. Çok iyi bir doktor, mühendis, hâkim olabilecekken bu vatana olan aşkın sevdalarından dolayı asker olmuş insanlar bizden daha değersiz değillerdir. Ailelerini, doğmamış bebeklerini, yataklarını ve hayallerini bırakıp orada siperde uyuyan eşsiz insanlar, ancak toprağı vatan yapan kutlu askerin ümmeti, büyük komutanın neferi olabilir.

Ey milliyetçi yüce Türkler, Ey vatansever Cumhuriyetçiler, Şah Fırat’ı sırf birileri yaptığı için savunabilenler; tek bir canın bedelini kimsenin ödeyemeyeceği bu dünyada siz kim oluyorsunuz da saçının kılı olamayacağınız kırk canı, cansız bedenlere hapsedebiliyorsunuz???

Birisi baba, biri abi, birisi sadece evlattı…

Kırk adam, birisi baba, birisi abi, evlatlar vatanı kurtardı…

(Operasyon olmadan önce konu hakkında ki düşüncelerim; http://m.gencdergisi.com/8253-suleyman-sah-ve-vatan.html


GENÇ'ın Yazısı.