Bencilleşme, bireyselleşme, müstehcenleşme, dünyevî çıkarları, kariyeri, parayı yegâne hayat ve varoluş şartı hâline getirme, toplumu, aileyi ve ferdi İslâmî duyarlıklardan, hayattan, dünyadan hızla uzaklaştırdı.

Türkiye’de ürpertici bir cinayet işlendi. 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan, akşam evine giderken bir dolmuşta üç kişi tarafından önce tecavüze uğradı, sonra bıçaklarla parçalandı ve sonunda yakıldı!

Türkiye’de ancak seküler, tefessüh etmiş Batı toplumlarında görülebilecek böylesine ürpertici bir hâdise ilk defa yaşanıyor.

SEKÜLERLEŞME CİNAYETİ!

Yaşadığımız hızlı sekülerleşme süreci, bu tür cinayetlerin yapıtaşlarını döşüyordu adım adım. Ve sonunda insanın tüylerini diken diken eden böyle bir felâketin yaşanması sözkonusu olabildi.

Bu ürpertici hâdisenin nedenleri, kökenleri üzerinde kafa patlatmak zorundayız.

Bu hâdisenin en “görünür” nedeni, sekülerleşme süreci. Toplumun temel değerlerini, ahlâkî ilkelerini ve anlam haritalarını yerle bir etti bu süreç.

Bencilleşme, bireyselleşme, müstehcenleşme, dünyevî çıkarları, kariyeri, parayı yegâne hayat ve varoluş şartı hâline getirme, toplumu, aileyi ve ferdi İslâmî duyarlıklardan, hayattan, dünyadan hızla uzaklaştırdı.

İKİ SEKÜLERLEŞME ÇAĞI: DEMOKRASİ’NİN BİTİŞİ, DROMOKRASİ’NİN ZAFERİ

İki sekülerleşme çağı var: İlki modernlikle birlikte yaşanan, ikincisiyse postmodernlikle birlikte yol alan, yol olan!

Modern toplumun başat özelliği sekülerleşme süreci, dinin dünyadan uzaklaştırılmasını, insanın tanrılaştırılmasını, yani modern paganizmi doğurdu.

Postmodern toplumda bu sekülerleşme süreci, dünyevî olanın dinselleştirilmesi ile sonuçlandı: Neo-pagan bir dünya kuruldu: Dünyevî, beşerî olan her şey kutsallaştırıldı. Din-dışı kutsallıklarda ürpertici bir patlama yaşandı.

Sonuçta modernliğin siyasî haklar rejimi demokrasi çöktü. Postmodernliğin hızı, hazı ve ayartıyı kutsayan dromokrasi rejimi, çağı şekillendiren yegâne itici güce dönüştü: Modern demokrasinin bitişi, postmodern dromokrasinin zaferi!

TÜRKİYE FİİLEN SÖMÜRGELEŞTİRİLEMEDİ AMA ZİHNEN SÖMÜRGELEŞTİRİLDİ

Bu entelektüel ve sosyo-kültürel dönüşüm, Türkiye’de sosyolojik olarak yaşanmadı; bizzat modernleştirici / sekülerleştirici aygıtlar olarak gören okul, işyeri gibi “devletin ideolojik aygıtları” ve özellikle de medya tarafından tepeden monteleme yoluyla yaşandı.

Medya, batıda sosyolojik-kültürel olarak yaşanan fiîlî sekülerleşme sürecini, Türkiye’de tepeden, Jakoben yönetimlerle zihnî olarak yaşattı bize!

Başka bir deyişle, Türkiye, öncelikli olarak medya üzerinden dönüştürüldü: Medya, burada, seküler misyonerlik vazifesi gördü.

Sonuçta, Batılılar tarafından dışarıdan sömürgeleştirilemeyen Türkiye, yerli sömürgeci seküler elitler tarafından içeriden zihnen sömürgeleştirildi.

Dışarıdan işgal edilip fiilen ele geçirilemeyen bu ülke, içeriden zihnen ele geçirildi.

AYDIN DEĞİL CELLÂDINA ÂŞIK GULYABANİ!

Türkiye, Özgecan Aslan cinayetinde, inanılması zor tartışmalara sahne oluyor: Türkiye’deki seküler çevreler, cinayetten İslâm’ı sorumlu tutuyor.

İnanılır gibi değil gerçekten: İnsanın nutku kesiliyor Türk entelijansiyasının bu ürpertici tavrına.

Oysa bir ülkenin aydınından beklenen tavır, böylesine ürpertici bir hâdiseyi bütün yönleriyle, boyutlarıyla, nedenleriyle teşrih masasına yatırıp alınması gereken önlemlere kafa yormak olmalı.

Bu olmadı, olamazdı; seküler Türk aydını, cellâdına âşık, kompleksli bir gulyabaniyi andırıyor çünkü.

Seküler Türk aydını, hiç anlamadığı, anlayamadığı Batı uygarlığına hayran olduğu için, yalnızca Batı uygarlığının seküler misyonerliğini yapıyor, dibine kadar şizofreni yaşıyor: Bedenen burada ama zihnen burada değil: Şizofreni bu!

Bu tipin tedaviye ihtiyacı var önce. O yüzden gölge etmesin, başka bir şey istemiyor kimse!

Medyanın toplumu sekülerleştirme süreci, toplumun bütün katmanlarına derinlemesine yayılıyor: Kişilik ve ahlâk, fikir ve sanat değil, cinsellik, gayr-meşrû ilişkiler, kız-erkek arkadaşlığı idealize ediliyor, özendiriliyor.

MEDYANIN “SEKÜLER MİSYONERLİK” ROLÜ!

Türkiye, kendi kendini sömürgeleştiren her şeyi çözücü düşündürücü bir sekülerleşme süreci yaşıyor.

Medya, bu süreçte, göründüğünden daha belirleyici bir rol oynuyor: Son çeyrek asırda medya, yıkım makinası gibi çalışıyor âdeta: Bu ülkede değerli olan ne varsa hepsini yıkıyor: Kültürel değerlerimizi, ahlâkî ilkelerimizi ve anlam haritalarımızı yerle bir ediyor.

Reyting uğruna ahlâksızlığı, soysuzluğu, sığlığı norm hâline getiriyor. Ve ahlâkî normlarımızı paramparça ediyor.

Şiddeti, cinayeti, tecavüzü özendiriyor. Özellikle de gençlik dizilerindeki karakterlerin ana hikâyesi kız-oğlan ilişkileri, flört, kız-erkek arkadaşlığı inanılmaz bir şekilde yüceltiliyor. Değerlerimizle dalga geçiliyor!

Çocuklarımızın özgüvenleri sarsılıyor, değerlerimizin köküne kibrit çakılıyor: Çocuklarımız, ruhsuz, insafsız, şiddetin kolgezdiği bir dünyanın ortasına fırlatılıyor.

Medyanın toplumu sekülerleştirme süreci, toplumun bütün katmanlarına derinlemesine yayılıyor: Kişilik ve ahlâk, fikir ve sanat değil, cinsellik, gayr-meşrû ilişkiler, kız-erkek arkadaşlığı idealize ediliyor, özendiriliyor.

Böylelikle İslâm’la ilişkisi sıfırlanan tefessüh etmiş bir kuşak yetiştiriliyor.

CEMAATLER, DEVREYE...

Bu durum böyle gitmez!

Böyle giderse, iki kuşaklık zaman dilimi içinde, bu toplumda İslâm azınlıkların dini hâline düşebilir -Allah muhafaza.

Cemaatlere burada büyük iş düşüyor. Bu çözücü sekülerleşme sürecini cemaatlerin ahlâkı, kişiliği, fikri önceleyen terbiye ve tezkiye yöntemleri önleyebilir ancak!


Yusuf Kaplan'ın Yazısı.