"Sen" Kimsin? "Ne"yi Merak Ediyorsun?
Salim Kartal
İnsan fıtratı gereği sorgulama eğilimindedir. Aklı onu diğer zihayat varlıklardan farklı bir konuma getirmekle birlikte ona belli sorumluluklar da yüklemiştir. En temel ihtiyaçlarından tutun da kendisiyle doğrudan alakası olmayan sayısız kevnî ve manevî suali sormak, araştırmak ve öğrenmek gayreti içine girmiştir. Bunun neticesinde hayatı ve kendini anlamaya ve anlamlandırmaya çabalamıştır.
Risale-i Nur’da geçen insanın mahiyeti hususundaki şu paragraflar hakikati ifade etmektedir: “Hayvan dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir alemde tekemmül etmiş gibi istidadına mükemmel olarak dünyaya gelir; yâni gönderilir…
İnsan ise, dünyaya gelişinde her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil,hatta yirmi senede tamamen şeraiti hayatı öğrenemiyor…
"Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür; dua ile ubudiyettir."1
İnsanın sahip olduğu maddî ve manevî teçhizatıyla sorgulamak, öğrenmek ve gelişmek için yaratıldığı anlaşılmaktadır. Nasıl ki aslanın pençeleri nazara alındığında aslanın parçalamak, balığın yüzgeçlerine bakıldığında balığın yüzmek için yaratıldığı anlaşılmaktadır; aynen öyle de insanın sahip olduğu kalp, akıl, ruh ve sair latifeler göz önünde bulundurulduğunda sorgulama, öğrenme ve gelişme ile ibadetimi yerine getirmesi için yaratıldığı anlaşılmaktadır.
Bu minvalde düşünüldüğünde vazifemizin öğrenmek ve gelişmek yani “taallümle tekemmül etmek” olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat bu noktada şu sorular zihnimizde yerlerini alıyorlar: “Bunu nasıl yapmalıyız ve şu anki durumumuz nedir?”. Bu sorular kendimiz başta olmak üzere toplumumuzu hesaba çekmemiz gerektiğini göstermektedir.
Hepimizin hayalinde küçük veya büyük dünya hedefleri, gelecek hayalleri bulunmakta. Buna binaen alemimizi bunlara dair düşünceler tamamen işgal etmekte ve tüm ilgimiz bu amaçlar çerçevesinde şekillenmekte. Asıl hayatımız olan ahiretimiz içinse sathî yani yüzeysel bir bakışla “Cennete girsem kafi…” düşüncesi ile yetinmekteyiz. Keşke ahiret için kullandığımız kanaatimizi dünya veçhinde de gösterebilsek. Bilinir ki amellere güvenmek ucb olur. İnsan, kazanacağından emin olmadığı ve olamayacağı rıza-yı ilahi dairesine girme şerefine nail olabilmek için her an her saniye dikkat ile sırat-ı müstakimi gözetmelidir. Gel gelelim bir iç muhasebe yapsak durumumuzun hiç de bu açıdan iç açıcı olmadığını esefle gözlemleyeceğiz.
Kimimiz daha iyi gelir elde etme yolları hatta bu sebeple şans oyunları, kimimiz dizi ve filmlerin akıbetinin merakları, kimimiz tutulan takım veya partinin adımları peşindeyiz. En ehemmiyetle dikkat etmemiz gereken kendimizin farkında bile değiliz. Bilinçdışı bir şekilde afakta cereyan eden hadiselere vakit ve imkânımızı hasrederek kendimizi unutma derecesinde gaflete düçar hale gelmişiz. “Kendimiz” mefhumunu kullanırken kendimize bakan hakiki iyiliğimiz olan uhrevî saadetimiz cihetini kastediyorum. Zira nefsin heveslerinden zarar gördüğümüz malumdur, bu kısım bahsimizden hariçtir. Nitekim ahirette asıl doğru ve yanlışı anlayacak nefsimiz de Allah rızasını gözetmenin ehemmiyetini anlayacaktır. Buradaki nefis, dünyada kötülüğe yönelten nefs-i emaredir.
Peki bu durumda sormak, araştırmak ve gelişmek adımlarımızı atmak için hangi dairede hareket etmeli nasıl ve neye çaba göstermeliyiz.
Risale-i Nur’da Asa-yı Musa eserinde insanın ilgilendiği alanların birbiri içindeki daireler gibi dereceli olduğu ve öncelik sırasının dizilmesi ile lüzumsuz hatta günahlı olanların harice atılıp uzaklaştırılması hususunda şu pasaj geçmektedir:
“Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev`-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.” 2
Bu hakikatlere binaen insanın dünyaya geliş amacını da göz önünde bulundurduğumuzda ilgimizi yöneltmemiz gereken asıl alanın kendimizi anlamak ve kainatı tefekkür ederek her şeyi yaratan Sanî-i Zülkemal olan Allah’ı tanımak ve O’na ulaşmak için çabalamak olması gerektiğini gayet açık bir şekilde anlıyoruz. Ne yazık ki asrımızın büyük problemlerinden biri olan maddecilik ve zahirperestlik denilen görüntü sevdası hastalıkları insanı ve alakasını imanî ve islamî kaygılardan uzaklaştırarak geçici ve değersiz şeylere yöneltiyor. Hatta bir tercih hakkımız, cüz’i irademizin bulunduğunu dahi unutabiliyoruz. Televizyonların esiri, internetin kölesi oluyoruz. Sanki her şey bizim elimizin ucunda gibi yaşıyor ama bilinçli bir algı yönetimiyle aslında elde oynatılan bizler oluyoruz. Buna acıda olsa “gaflette kalıyoruz” diyebiliriz.
Şuur ve irade sahibi sahibi olan insanı asıl maksadından uzaklaştırmak isteyenlerin aksine hareket ederek hakiki vazifemizi hatırlamalı ve bunu mihenk taşı edinip tercih ve seçimlerimizi bu ölçü ile gerçekleştirmeliyiz. Ölçü denilince kainat bazında sünnetullah yani Allah’ın koyduğu intizam kuralları ve hususen de insan hayatına bakan sünnet kaideleri akla geliyor.
Demek ki rehbersiz değiliz! Kur’an-ı Kerim’in hayata geçirmek olan Hz. Aişe validemizin “Hulukuhu’l Kuran” olarak betimlediği Peygamberimizin (SAV) sünneti, bu asırdaki bizi tarif eden Necip Fazıl’ın mısrası olan “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek” şeklindeki soruya en makbul cevaptır.
Bu sebeple içinde bulunduğumuz hızlı, cazibedar ve günah dolu zamanımızda merak ve ilgimizi kendimizi anlamaya, Yaratanımızı tanımaya ve sunduğu ölçüler ile hikmetleri öğrenerek O’na yakınlaşmaya odaklamalıyız. Asrın sıkıntılarından ve bizi meşgul eden değersiz unsurlarından, günahlarından kurtulmalıyız. Büyük şair ve alim Ali Ulvi Kurucu’nun şu mısralarıyla meselenin neticesini sunarak gafletten sıyrılmayı ve hakikate dur duraksız bir şekilde yol almayı umuyoruz:
“ Bir asil at gibi şahlan, vurulan gemleri kır,
Nerde hakkım(/Hakk’ım) diye bir kerecik olsun haykır!”
“ Silkin artık!.. Sona ersin şu asırlık uyku!..
Âkif’in Marşını şimşek gibi gür sesle oku!..” 3
1 Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 23. Söz, Birinci Mebhas, Dördüncü Nokta(RNK, sf 342)
2 Risale-i Nur Külliyatı, Asa-yı Musa, Dördüncü Mesele(RNK, sf 20)
3 Gümüş Tül ve Alevler, sf 102, 132
GENÇ'ın Yazısı.