Asude Usluer Uğurlu

Osmanlı insanı İslamiyet’e ve geleneklere o derece bağlıydı ki evlerini kıbleye bakacak şekilde inşa ederlerdi. Belki de insanlarının kıble gönüllü olmasının sebebi budur. Ayrıca evlerin dış kapısının önünde muhakkak bir örtü bulunurdu. Bu örtü ev halkından daha ziyade sokaktan geçenlerin işine yarardı. Güneşli günlerde soluklanmak, gölgeye sığınmak için; yağışlı günlerde ise yağıştan kaçmak için altına sığınırlar ve ev sahibine hayır dua ederlerdi.
 
Bununla beraber hassasiyet sahibi idiler; eğer bir evin camında sarı çiçek varsa evde hasta var demekti. Bunu gören çocuklar, satıcılar oradan geçerken sessiz olmaya özen gösterirlerdi. Eğer camda kırmızı çiçek varsa evlilik çağında kızımız var demekti. “Konuşmalarınıza dikkat edin, hanımefendiyi mahcup etmeyin” demekti. 
 
Misafir ayakkabısının burnu içeri bakacak şekilde düzeltilirdi. Bu hareketleriyle “Biz sizin misafirliğinizden çok memnun kaldık. Yine bekleriz” denirdi. Ayrıca eve misafir gelince kahvenin yanında su verirlerdi. Eğer misafir suyu önce içerse aç olduğunu anlayıp hemen yemek hazırlarlardı. Kahvenin yanına su koyma âdeti oradan kalmadır. 
 
Zarafet sahibi bir anlayış
 
Osmanlı insanı hayata haram, helal perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları bile bu hassasiyeti yansıtırdı. İç içe ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın diğeri ince ses çıkarırdı. Erkek konuklar kalın ses çıkaran, kadınlar ise ince ses çıkaran tokmağı kullanırlardı. Böylece ev sahipleri kapıdaki misafir hakkında bilgi sahibi olur, erkekse evin beyi, kadınsa evin hanımı kapıyı açardı.
 
Osmanlı’da mimari anlayış çok muazzamdı. Hatta Osmanlı insanının hayat görüşünün bir yansımasıydı. Evlerini kendi faniliklerini simgelercesine kireç ve kerpiç gibi dayanıksız malzemelerden yaparken; cami, kervansaray, hastane gibi hayır kurumlarıyla devlet binalarını sağlamlığın sembolü olan taş malzemeyle yaparlardı. 
 
Kıyafet konusunda da devlet, kıyafet konusunda halkı zorlamaz, başını aç ya da kapa demez, dini yahut milli tercihini dayatmazdı. Normal zamanda kıyafette sadelik hâkimdi fakat yabancı elçi geleceği zaman padişahlar daha şık giyinmeye çalışırlardı. Bu da savaş içinde bulunan bir devletin başkomutanı için (azametli görünme bakımından) kibir anlamına gelmez. 
 
Osmanlı insanı mı günümüz insanı mı?
 
Osmanlı insanı sokakta bağırmaz, aşırı el kol hareketi yapmaz, bağırarak konuşmaz, ulu orta sakız çiğnemez, kimseyi “hey” “şişt” “baksana” “ülen” gibi ifadelerle çağırmaz, sokak ortasında ıslık çalmaz, kimseyi rahatsız etmezdi. Şimdiki politikacılar gibi rakiplerine hakaretler yağdırmaz, aileyi işin içine katmazdı.
 
Kadınlara karşı dinamiklerini imandan alan derin bir hürmet beslenirdi. Erkek ve kadın arasında mutlak surette bir mesafe vardı.
 
Sokakta karşılaşılan kadına asla dik dik bakılmaz, derhal başlar öne inerdi. Kadının sokakta rahatça yürümesi için erkekler kendini hafif alargaya çekerler, kadına yol verirlerdi. Herkesin zannettiği gibi İslamiyet kadını ezmez, aksine kadına çok ayrı bir değer verir ve bu değerden dolayı tıpkı bir gül gibi kötülüklerden sakınır. 
 
Osmanlı insanının her şeyi zikirdi. Hayretleri bile zikirdi. “Sübhanallah”, “tövbe estağfirullah” gibi lafızlar kullanılırdı. Bugünkü gibi vaaav, yaa gibi anlamsız ifadeler kullanılmazdı.
 
İflah olmaz bir İslam düşmanı olan İngiliz sefiri Sir James Porter 17.yy Osmanlı ailesindeki sevgi ve dayanışma ruhundan gıpta ile bahseder. “Baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte evlatlık göreviyle ilgili olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür. 
 
Osmanlı’da çocukların analarıyla, babalarına karşı besledikleri sevgi ve hürmet, özellikle takdire değerdir. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlatlar az görülür.” (Şimdilerde yetiştirdiğimiz bazı insanlardan sadece İstanbul değil tüm hayatın yüzü kızarıyor.)  
 
Fransız yazar ve gezgin Dr. A. Brayer çocuk yetiştirme zincirinin ilk halkasını keşfediyor. Diyor ki; “Çocuklar arasında küfürleşme, yumruklaşma görülmez. Bunlar İslam terbiyesiyle ıslah edildikleri için kendi aralarında sakin sakin oynayıp eğlenirler.” 
 
Türklerin ahlakı çocuklukta iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir. 

Kaynaklar:
 
Yavuz Bahadıroğlu-  Osmanlı Sarayı, Osmanlı Hayatı ve Harem 


GENÇ'ın Yazısı.