Asude Usluer Uğurlu

Server-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) zaman zaman şanlı ashabını toplar, tadına doyulmaz sohbetler yapardı. Medine-i Münevvere’nin nurlu gençlerinden Hz. Nevfel sohbetleri hiç kaçırmaz, adeta kaydederdi. Bir gün Efendimiz (s.a.v.) şehadetten söz açtı. “Kıyamet gününde şehitler mahşer yerine gelirken peygamberler ayağa kalkar. Onlar çocuklarından, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat eder.” Gel de heyecanlanma; müjdenin güzelliğine bak!

Nevfel (r.a.) soluk soluğa eve koştu. İki oğlunu ve hanımını alıp geldi. Efendimizin (s.a.v.) huzuruna çıktı. “Ya rasulallah! Bir dua etsem âmin der misiniz?” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tebessüm buyurdu. Nevfel büyük bir aşkla ellerini açtı ve “Ya rabbi!” dedi. “Nevfel kulunu şehit eyle, çocuklarını yetim hanımını dul bırak.” Bu içli niyaza hanımı ve çocukları da katıldılar. Nitekim Nevfel çıktığı ilk gazada (Uhut’ta ) şehit oldu. Kâfirler mübarek na’şını parçaladı, tanınmaz hâle soktular. Hz. Ali (r.a.) anlatır:

“Gazadan sonra Medine’ye dönüyorduk. Şehre yaklaşınca kadınlar ve çocuklar bizi karşılamaya çıktılar. Allah-ü Teâlâ’nın takdirine razıydılar ama yine de bir ümit, bir merak… Eşleri, oğulları, babaları dönecek mi bilmiyorlar. Nitekim Nevfel (r.a.)’ın hanımı, çocukları ve ihtiyar anası da önümüze durdular. Büyük bir muhabbetle “Gazanız mübarek olsun ya rasulallah!” dediler. Sonra Nevfel’i sordular. Efendimizin (s.a.v.) güzel gözleri nemlendi. “O şehit oldu” diyemedi. Elleriyle arka tarafı işaret edip yürüdüler.

Efendimizin (s.a.v.) ardından Hz. Ömer (r.a.) ve Ammar’la birlikte geliyorduk. Nevfel’in hanımı ve çocukları bu kez bize yöneldiler. Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) vermediği bir haberi biz nasıl verebiliriz? Aynen onu yaptığı gibi yaptık, elimizle arkayı işaret ettik. Kafilenin sonunda Ebubekir Sıddık geliyordu. Yanında Muaz bin Cebel, üç beş adım gerisinde de Zübeyir bin Avvam. Gerçekten çok zor durumdaydı. Onun “arkada” işareti yapmak gibi bir şansı kalmamıştı. Hz. Ebubekir’in ıstırabını anlayabiliyorduk. Hem doğru konuşmak isterdi, hem de rasulullah gibi davranmayı arzulardı. Efendimize (s.a.v.) uymamaktan hepimiz korkardık ama o daha çok korkardı. Peki yalan? Hayır, hayır böyle bir şeyi hiç yapmadı ve yapmazdı.

Nevfel`in (r.a.) anası, hanımı ve çocukları Sıddık’ı çevirip halkaladı. Her biri ayrı tonda “Nevfel’e ne oldu?” diye sormaya başladılar. Ne söylenebilir ki? Sıkıntıya bak! Hz. Ebubekir gözlerini yumdu ve inlercesine haykırdı. “Ya Allah! Ya Nevfel!” Donduk kaldık. Nasıl bir sessizlik kapladı ortalığı anlatamam. Birden ovayı bir nal sesi doldurdu. Uzaklardan bir toz bulutu kalktı. Yayından fırlatılmış bir ok gibi hızla koşan bir at yıldırım hızıyla yaklaştı. Süvari dizginleri çekip sordu: “Buyur ya Sıddık!” Yüzünden peçesini çıkarıp attı. Aman Allah’ım gelen Hz. Nevfel’di. Daha genç, daha taze, daha nurlu, hem kanlı hem de canlı…

Biraz evvel onu elbiseleriyle gömmedik mi? Üstüne toprak atmadık mı? Müminler henüz hadisenin şaşkınlığını yaşarken Cebrail (a.s.) göründü. Efendimize “Ya rasulallah” diye haber getirdi. “Hak Teâlâ’nın selamı var. Buyurdular ki; eğer Hz. Ebubekir bir kere daha Allah deseydi şanım hakkı için bütün şehitleri diriltirdim. Çünkü Ebubekir kulum cahiliyye devrinde bile yalan söylemedi.”

Hz. Nevfel bundan sonra yıllarca yaşar. Nihayet duası kabul olur ve Yemâme harbinde umduğuna kavuşur, şehadet şerbetini tekrar yudumlar. Ne mutlu Nevfel (r.a.) gibi olanlara… Bu vatanda kaos oluşturup birliğimizi, dirliğimizi bozmak isteyenler şunu iyi anlamalıdır ki, bizde bu iman ve bu vatan sevgisi oldukça kimse bu vatanın tek bir taşına ne el ne de dil uzatamaz.

Bu kıssadan almamız gereken bir başka ve de en önemli ders şudur ki, Mevlamız Hz. Nevfel’i sırf Hz. Ebubekir`in sıddıkıyetinden dolayı tekrar diriltmiştir. Şöyle ki; Hz. Ebubekir asla yalan söylememiştir ve yalanın bizim dinimizde kötülüğü işte bu derece aşikârdır. Mümin nefsine uyarak belki türlü hatalar işleyebilir fakat hakiki bir mümin asla ve asla yalan söylemez. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Yalanla iman bir arada içtima etmez.” buyurmuştur. Kişi yalan söyleyeceği vakit iman o bedenden çıkar gider ve Allah korusun o anda ecel gelse o kişi imansız gider. O hâlde hakiki bir mümin olabilmek için yalan hususunda asla müsamaha göstermemeliyiz.


GENÇ'ın Yazısı.