Kitaplardan Kurtulabilecek miyiz?
Yunus Emre Tozal
“İnsanların piknik yapmak için bir yerlere gitme zahmetini göze almaları gibi, kitapçı çarşılarına gitmeleri lazım. Bunu düşünemiyorsak okuma zevkini kazanmamız kolay olmaz.” Orhan Okay
Ortalama bir insan ömrünü düşündüğümüzde, kitapların ömrünün rahatlıkla bir insan ömründen çok daha uzun olduğunu söyleyebiliriz. Bizden 670 yıl önce yaşayan İbn Battuta’nın seyahatnamesini okuyarak bizler, Battuta’nın yolcuğunda başına neler geldiğini, sanki onunla beraber bir devede de biz yolculuk yapıyormuşçasına öğrenebiliyoruz. Bugün kitaplar, bizi yazarın iç dünyasında keşfettikleriyle baş başa bırakıyor ve sanki geçmişten gelerek bizi geleceğe taşıyorlar. Nice kitaplar vardır ki talibini arayıp hiçbir yaprağı açılmadan tozlu raflar arasında kaybolup giden, çürüyen, savaşlardan ötürü yakılan ve bir daha yazılamayan… Nice kitaplar da var ki, asırlarca insanlığın hizmetine sunulmuş, bir pınar gibi her okuyanını içine çekmiş ve berrak bir sayfa açarak okuyanını bambaşka dünyalara götürebilmiş…
Kitapla olan ilişkimiz, çok eskiye, ilk insan Hz. Âdem’e (a.s.) kadar dayanıyor. Hz. Âdem’e ve ardından diğer Peygamberlere indirilen suhuflar ve kutsal kitaplar, insanın okuma eylemi karşısında hep aktif olmasını sağlamış. İnsan ne zaman kitaba uygun yaşamamışsa, ne zaman okuma eyleminden uzaklaşmışsa, ne zaman kitabı değiştirmeye kalkmışsa hep uyarılmış. Uyarıyı dinlemeyenler helak olmuş, dinleyenler ise okuma eylemi karşısında tekrardan kendi duruşlarını sorgulamış. Anlaşılan insanın kitapla olan ilişkisi çok ciddi başlamış ve öyle de devam etmiş. Peki nedir bu ilişkiyi belirleyen etmenler? İnsan neden okumak zorunda? Kitaplardan kurtulamaz mıyız? Bu soru öyle bir soru ki, bu soruya kim muhatap olursa olsun, karşısına aşamayacağı; aşabilmek için daha fazla okuması gerektiğini; okudukça büyüyen duvarlar örüldüğünü görecektir. İnsan dünyaya anlamak için gönderilmiştir. Peki ama neyi anlamak? Neyi görmek? Neyi düşünmek? İnsanın varlığına dair sorduğu bu soruların cevabını ancak kitaplardan öğrenebiliyoruz.
Okuma eylemi, insanı aynı zamanda fıtratına da yönelten bir süreç. İki cilt arasına sıkışmış her kitap, insanı kendisine yönlendiren bir ayna vazifesi görüyor. Bu yüzden insana yeni dünyaların kapısını açmaya hazır bekleyen bir imaja bürünüyor kitaplar. Rafta durdukça bize bakıyor, elimize aldığımız her kitap, bize aslında kendimizi fısıldıyor. En güzel tarafı da, kitapların bizlere bu yeni dünyaların kapısını açarken, bizden hiçbir karşılık beklememeleri olsa gerek. Peyami Safa’nın John Lubock’tan naklettiği şu ilginç ve dikkate değer pasajı, biz de burada zikredelim: “İşte değneksiz, acı söz söylemeden, öfkelenmeden, hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar… Onlara yaklaşırsanız, uyumadıklarını görürsünüz. Sual sorarsınız, sizden bir şey gizlemezler. Eğer bir şey bilmezseniz sizinle alay etmezler.” (Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş / Peyami Safa’dan Seçmeler)
Yazar Umberto Eco ile sinemacı ve dramaturg Jean-Claude Carrière’in sohbetiyle birlikte yazdıkları “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın” kitabı da bu minvalde. Kitabın insanla olan ilişkisini inceleyen Eco ve Carrière, internetin bu kadar hayatımızın içine girmesinin aslında bizi Gutenberg çağına geri götürdüğünü, artık herkesin okumak zorunda kaldığını belirtiyorlar. Bugün, sokağa giyinmeden nasıl çıkamıyorsak, güne de akıllı telefonlara ve tabletlere bakmadan başlayamıyoruz. Peki bu bir okuma mıdır yoksa okumanın hayatımıza kattığı mecburiyetler midir?
Kitaplardan uzaklaşabilir miyiz? Elbette hayır. Çünkü insanın anlam arayışı hep sürecektir. Kitaplardan kurtulabileceğinizi sanmayın ve hazır bahar gelmek üzereyken raflarınızda yeni kitaplara yer açın. Siz yer açtıkça aslında kendi içinizde de farklı dünyalar açtığınızı göreceksiniz.
GENÇ'ın Yazısı.