İnsan Yontulunca Adam Olur!
“Beni yontacak nesneyi dünyada tanımadım!” diyen nice hırboyu, asker ocağında yontarlar… Bin bir nazla niyazla şımartılmış, babasının bir fiske vurmaya kıyamadığı, el değmeden üretilmiş hanımefendiler, özen ve itinayla “gaynana” hızarında yontulur…
İnsan da ağaç da topraktan beslenir. Belki de bu yüzden, insanı ağaca benzeten bir sürü ifade vardır:
Kimi insan “Bir Baltaya Sap” olamaz… Kimisi de “Meyveli ağacı taşlarlar” diyerek savunur kendini… Bazen beklemekten “ağaç oldum” dersiniz… Çocukluk hatalarınızdan dolayı, yaş iken eğilen bir ağaç oluverirsiniz… Yoksa kel kafaya şimşir tarak mı istersiniz?
Ağaca dayanma kurur, adama dayanma ölür, derler… Ağacı kurt, insanı dert yer, derler… Çam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz; Ağaç gölgesiz, insan sevgisiz olmaz; Ağaçtan maşa, Abdaldan paşa olmaz; Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer…
Bu sözler böyle uzar gider… Siz de ardına takılır giderseniz, insan ile ağacın birbirine pek benzediğini fark edersiniz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde “Müslümana en çok benzeyen ağaç hangisidir” diye sorar mesela… (Hurma’dır cevabı.)
Nasıl ağaç sanatkâr bir marangozun el emeği göz nuruyla odunluktan kurtulur eser olmak vasfını elde ederse… Ağacın ikiz kardeşi insanın hayatı da uzun bir yontulma ameliyesinden ibarettir. O hâlde şöyle diyebiliriz:
“İnsanın yontularak adama dönüştüğü uzun bir serüvendir hayat…”
İnsanın doğumuyla başlar yontulma işi… Değil düşmanı, en çok da eşi dostu yontar.
Biraz büyür öğrenci olur. Bakmayın siz adına “eğitim” dendiğine. Yontma işi resmiyete bürünür sadece; okulda öğretmenleri yontar… Hatta talebe ve hocanın birbirini karşılıklı yonttuğu da sıklıkla görülür… Eğitimin her kademesinde bu yontulma ameliyesi devam eder… Zavallı öğrenci en çok yongayı SBS’ydi, LGS’ydi, bilumum üç harfli sınavlara çarpılınca verdim sanır… Bilmez ki daha başına neler gelecek neler… Vizesi yontar, finali yontar; stajı yontar, projesi yontar…
Yıllarca okur, diplomalı bir işsiz olur! Çünkü bir işe girebilmesi için daha çoook yontulması gerekmektedir. Bu sefer makinelere farklı bıçaklar takılır; KPSS, ALES, TUS, YDS…
İş hayatına atılır da yontma ameliyesine ara mı verilir? Mümkün mü? Amiri yontar, memuru yontar, astı yontar, üstü yontar, satıcısı yontar, alıcısı yontar…
“Yontulmadan yaşamanın elbet bir yolu vardır! Kaçar kurtulurum…” zannediyorsan vazgeç! Nasıl kaçacaksın?
“Beni yontacak nesneyi dünyada tanımadım!” diyen nice hırboyu, asker ocağında yontarlar… Bin bir nazla niyazla şımartılmış, babasının bir fiske vurmaya kıyamadığı, el değmeden üretilmiş hanımefendiler, özen ve itinayla “gaynana” hızarında yontulur…
Bunca insanın birbirini yontmak için geldi bu dünyaya, sen hangisinden kaçıp kime sığınacaksın? Karı koca birbirini; anası kızını, babası evladını yontup dururken hayatta, sen mi bu kanundan muaf tutulacaksın?
Tekkede mürşid müridini; dervişan birbirini yontarken, değil eşkıya, evliya dahi bu kanunun dışında kalası değildir. O da kendi kendini yontar…
Dersen ki eğer; “Kimseler yontmasın beni! Ben de ehlullah gibi yontarım kendi kendimi…” Bu da mümkündür… O zaman seninle aynı kaderi paylaşan bir diğer nesneyi tutuştururlar eline: “KİTAP”! Al, kendini bununla yont derler... Alırsın eline bir kitabı; başlarsın okumaya, sayfa sayfa yontarsın kendini…
Bilirsiniz kitabın aslı da ağaçtır; hatta kitap ağacın bir meyvesidir. Hem de en tatlısı… Belki de her bir ağaç tohumu, kitap olmak hayaliyle dünyaya açar çiçek çiçek gözlerini...
Fakat bu da bir nevi baht işidir. Kimi bir marangozun elinde kalır lime lime yontulur; kimi fırıncının kucağına düşer, yanar kül olur… Ağacın cennete girmiş hâline “kitap” derler. Bir ağacın ezelde kaderine kağıt fabrikasında kul olmak yazılmışsa; odun en güzel çiçeğini açar, yaprak yaprak kitap olur…
Nasıl çiçeğin özünden yaparsa arı balını; ağacın özünden yaparlar kitabı... Kafası, gönlü, kılık/kıyafeti kalıbı, kitapla yontulan insanın adamlığı da bal gibi olur…
Sözüm birilerinin gücüne gitmesin! Lakin kitap ile odun arasında ne derece fark varsa; kitaba muhatap olan insan ile olmayan da böyledir; bilesiniz…
Yoksa, Son Peygamberin en büyük mucizesi neden KİTAP olsun ki?!
Haa… Derseniz ki cemiyet hayatında odun da lazımdır; eyvallah… Bu da bir tercihtir…
Sözlerimizi Mehmet Âkif Bey’in şu mısralarını bir kere daha hatırlatarak bitirelim:
Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.
Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;
Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz.
Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak;
Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz!
Talebeyi Baştan Çıkartan Kitap
Geçtiğimiz 28 Şubat’ta bu sefer hayırlı bir toplantı yapıldı. Erkam Yazarları buluşup güzel çalışmalara vesile olacak kararlar aldılar. Muhterem büyüğümüz Abdullah Sert Beyefendi gençlik yıllarından bir hatırasını şöyle anlattılar:
Hukuk fakültesinde öğrenci olduğu yıllarda, final imtihanlarına çalışabilmek gayesiyle bir kütüphaneye gider. Kütüphane ortamının imtihana çalışmak için daha elverişli olacağını düşünmüştür.
Ne demişler hacı hacıyı Mekke’de; Derviş dervişi tekkede bulurmuş… Kütüphanede onu bekleyen bir sürpriz vardır. Karşısına çıkan başka bir kitap kendisinin bütün çalışma hevesini farklı bir mecraya cezb eder: “Kuşeyri Risalesi”
Bir çalışması gereken hukuk kitaplarına bakar, bir de İmam Kuşeyrî’nin eserine… Belki bin yıl öncesinden kaleme alınmış bir tasavvuf klasiği, Hukuk Fakültesi final imtihanlarıyla arasına girecek derecede çeldirici bir şık oluverir birden…
Sizce hangisini tercih etmiştir?
Harun Kırkıl'ın Yazısı.