Bu Toprakların Bilge Mimarı: Turgut Cansever
“Cahil kafalarda bütün esrarını kaybeden İslam, entelektüel bir kafada ne kadar da güzeldir.”
Kendisiyle yapılan bir söyleşide, “ ‘Soru sormaktan, soruyu soran, cevaplayan, ümmete öğreten ve ilk üçünü takdir eden kişiler fayda görür’ buyruluyor hadiste, ben soruyu sormaya çalıştım. Toplumun müsaade verdiği küçücük alanda bir şeyler yapmaya çalıştım” der. İnsanın benliğiyle uyumlu bir mimari geliştirebilmek ve bunu İslam tarihinden esinlenerek yapmak üzere bolca soru sormuş biri Turgut Cansever. Özgün duruşuyla tam bir mütefekkir.
Türk Ocakları’nın kurucularından Doktor Hasan Ferid Bey ile eşi Saime Hanım’ın beş çocuğundan en büyüğü olarak 1920’de Antalya’da dünyaya gelir. Şuurunun oluşmaya başladığı çocukluk yıllarını Bursa’da geçirir. İlk defa şehir, estetik, mimari gibi düşünceler, o zamanın güzel Bursa’sında gerçekleşir. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nde okur. Türkiye’nin ilk sanat tarihi doktorasını, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde O yapar: “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisi’nde Sütun Başlıkları”. Daha sonra bu çalışma “Sonsuz Mekanın Peşinde” (Klasik Yayınları) adıyla yayımlanır.
Bu Ödülü Alan Tek Kişi
1949 yılında Sadullah Paşa Yalısı’nın restorasyonunu gerçekleştirerek ilk önemli tecrübesini kazanır. 1951’de Abdurrahman Hancı ile mimarlık bürosu kurarlar. Birlikte tasarladıkları Büyük Anadolu Kulübü Oteli önemli eserlerindendir. Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji ve ODTÜ Kampüsü yarışma projesi 1950’li yıllarda tasarlanmış çalışmalardır. 1952’de Nilüfer Hanım ile evlenir, çiftin çocukları da mimardır. 1959’da Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı, 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü, 1979’da Ankara Belediyesi Metropol Planlama Danışmanlığı, 1983’te Mekke Üniversitesi eğitim programı hazırlık danışmanı gibi pek çok önemli görevde bulunur. Eserleri üç kez Ağa Han Ödülü’ne layık görülen tek mimardır.
Mimari çalışmalarında “altın oran”ı kullanmaya çalışır. Bugünkü harika Beyazıt Meydanı’nı taşıt trafiğine kapatıp mevcut haline getiren mimardır. İstanbul’u Anlamak, Kubbeyi Yere Koymak, İslam’da Şehir ve Mimari, Mimar Sinan, Ev ve Şehir, Osmanlı Şehri isimleriyle yayımlanmış eserleri vardır. Hem mimaride üstün başarılar elde etmiş, hem de işin ruhunu kavrayarak bize felsefi arka plan sunmuş başka bir mimar var mıdır? Kendisine kulak verelim: “Şehir, ahlâkın, sanatın, felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır.”
Yunus Emre ve Heidegger Bir Arada
Eserlerinde, tarih, felsefe, estetik, sosyoloji, tasavvuf ve metafizik bir aradadır. İbn Arabi, Nietzsche, Gazzali, Heidegger, Yunus Emre, Max Scheler, Mevlana, Mimar Sinan, Van der Rohe hep beraber konuşur. Ortaçağ’a, Rönesans’a, Selçulu’ya ve tabi elbette Osmanlı’ya başka bir gözle bakmaya başlarsınız. Şöyle bir sözü vardır: “Varlığın her an değişmesine ait büyük bilgiye, büyük hikmete sahip olan İslam toplumları, bu büyük hikmetin tam zıddına inanır oldular.”
Ankara’daki Türk Tarih Kurumu binası onun eseridir. Tam bir İstanbul beyefendisidir. Beşir Ayvazoğlu’ndan ödünç alarak söyleyelim: “Katıksız bir entelektüel, halis bir sanatkar ve benzersiz bir mü’mindir. Bir konuşmaya başladı mı, çok değil, birkaç dakika içinde, bir düşünce solosu dinlemeye başladığınızı hisseder ve bir süre sonra, ardarda sıraladığı, bilgi ve düşünce yoğunluğundan adeta çatlayacak raddelere gelen cümleleri takip edemez olursunuz; çünkü zihniniz yorulmaya başlamıştır. Fakat hoca yorulmaz; her düşünce, onun zihnini biraz daha açmakta, biraz daha parlatmaktadır.”
Sonuçta Yeryüzü İle Oynuyorsunuz
Mimarlık, insanoğlu için büyük bir kibir aracı olmaya müsait bir alan. O yüzden mimarların genelde kibirli insanlar olduğu kabul edilir. Cansever, bu kabulün aksine oldukça alçak gönüllü biridir. Çevreyle, dünyayla ve tabi elbette tarih ile uyumlu bir mimari geliştirme arzusundadır. Yüksek bina ve kulelerin kibrin sonucu olduğunu düşünür. Ortaçağ Avrupası’nda sadece rahiplerin mimarlık yaptığını hatırlatarak “çünkü sonuçta yeryüzüyle oynuyorsunuz” der.
Şehir ve insan arasında karşılıklı bir varoluş söz konusudur sürekli olarak. İnsanın mimariyi bu kadar önemsemesinin nedeni de bu olmalı. Çünkü orada kendi varoloşunu gerçekleştiriyor. İnsan zihninin madde ile temasının ve maddeye aksetmesinin en önemli göstergesidir mimari. İnsan bilincinin maddeye tezahürüdür. Mermerin, granitin, kilin, toprağın insanda bıraktığı farklı hisler vardır. Bir binada kendimizi huzurlu hissederken, başka bir binada ruhumuzun daralmasının açıklaması bu olabilir.
Bizi Farklı Kılan Süleymaniye
Popüler demek, yarın yok demektir. Varoluşa dokunan şey ise kadimleşir. Kadim olan dün de vardı, bugün de vardır, yarın da olacaktır. Mimari insanın varoluş hissiyatına yaklaşabildiği ölçüde kadim olacaktır ve insanoğlu hayranlıkla yine kendi gibi bir insanın yaptığı eserleri izlemeye devam edecektir. Cansever, popüler olanla değil, kadim olanla dertlendi ve bu derdinin peşinden gitti. Zira Sultanahmet gönlümüzün genişliğini artırıp bize sekinet hissi verirken, gökdelenler bize tatminsizlik hissi veriyor. Bizi farklı kılan da yine Süleymaniye, Selimiye gibi yapılar oluyor, gökdelenler ve harika TOKİ’lerimiz değil.
Kendi dilinden kendi halini dinleyelim, Osmanlı Bankası’nda 17 Nisan 2007’de verdiği konferanstan: “Tabi ben Ankara’ya muhalefet ettiğim için, Ankara bana hiç iş vermiyor. Genellikle piyasada gel de bana ev yap diyen insanlar yok. Tesadüf eseri bir Amerikalı kalktı geldi, benim bir yazdığım yazılar dikkatini çekmiş, Amerikan Bilimsel Araştırmalar Merkezi için bir şeyler çizer misin dediler. Evvela bir avam proje eskizi, derken Ahmet Ertegün (Atlantic Record’un sahibi, yt) kalktı geldi, bana ev yapar mısın diye. Böyle ucu ucuna yaşanan bir hayat bizimkisi ama çok da keyifli hakikaten, onu söylemek isterim. Her zaman, tam yarı tok. Çok güzel yaşadık. Az iş yapmanın avantajı olarak okuma imkanı buldum. Hem batı dünyasını, Avrupa’yı, hem de Amerika’yı tanıma imkanı edindim, ayrıca İslam bakış açısını görme imkanım oldu.”
Kendisini 22 Şubat 2009’da ahirete uğurladık. Yazdıkları ve inşa ettikleri ile ufkumuzu derinleştirmeye devam ediyor. Rabbimizden kendisi için rahmet diliyoruz.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.