Kişisel tıbbi bilgilerimiz, günümüz dünyasının ağzını sulandırıyor. Yeni bir ilacın deneği her an olabiliriz!

Sunumu merakla dinlerken gözü heyecanlı heyecanlı konuşan bayanın yakasındaki Türk isme takılmıştı. Hemen sonra yanına gidip daha yakından tanışmak fırsatı buldu. Dinledikleri garip geliyordu. Sunumu yapan kişinin önderliğini yaptığı gönüllü (!) kuruluş, Türkiye’den belirli şikayetleri olan ve yardım arayan hastaların sorunlarını kayda geçirip bu sorunlara çare bulabilecek, ilaç yazabilecek doktorlarla hastaları iletişime geçiriyorlardı. Ve bütün bu araştırmaları ve uğraşları ‘gönüllü’ olarak yaptıklarını övüne övüne anlatıyorlardı.. Belki gerçekten doğruydu. Ama bu olasılık, aklındaki terazide hiç paha etmiyordu. Çünkü aynı zamanda suistimale uğratılabilir ve hastaların tıbbi bilgileri üçüncü şahıs veya kuruluşlarla paylaşılarak yeni ilaçların hastalar üstünde denenmesine meydan verebilirdi. Tutamadı kendisini ve sordu: ‘Yaptıklarınız takdire şayan. Tebrik ediyorum. Ancak aklımın takıldığı bir husus var. Belirttiğiniz üzere bu gönüllü faaliyet dışında başka hiçbir iş yapmıyorsunuz. Bu faaliyetler için de hastalardan para almadığınızı belirttiniz. Peki bu kadar gönüllü faaliyetlerinizi ve hatta kendi yaşamınızı nasıl tedarik ediyorsunuz?’ Birden sunum yapan kişi hiddetlendi. Çünkü sorunun aslında nereye dokunduğu gayet açıktı. İma edilmeye çalışılan husus, acaba ilaç şirketleri ile anlaşmaları var mıydı veya hastaların bilgilerini belirli yerlere vermekle bir kâr amacı güdülmekte miydi?

Arkadaşımın başından geçen bu olayı dinlerken, Türkiye’de klinik aşamada olan ve test edilen ilaçların durumu aklımı kemirmeye başladı.

Ucuz işçilik: Denek İnsan...

Amerika’da bir ilacın üretiminden, eczane raflarındaki yerini alana kadar o kadar çok aşama var ki ilaç şirketleri hem on yıllara varabilen süreleri kısaltabilmek hem de klinik test maliyetini düşürebilmek için deniz aşırı diğer ülkelerde üs kurabilmektedirler. Bilhassa düşük gelirli ülkelerde birkaç dolar karşılığında tedavi edileceği umuduna kapılan insanlar, sonuçlarının nelere mal olabileceğini bilmediği ilaçların kendi vücutlarında test edilmesine razı olabiliyorlar.

Bu ülkeler kısaca ‘kurtarıcı ülke’ olarak adlandırılabilmektedir. Vanity Fair isimli dergide yayınlanan istatistiksel makalede (Deadly Medicine, January 2011) bu ülkeler arasında Türkiye, en çok klinik ilaç araştırmalarının yapıldığı 6. ülke konumunda. Geçtiğimiz son on yılda yaklaşık iki kat artan yeni ilaçlar için klinik testler, yine tanımlı kuruluşlarca denetlenmektedir. Diğer taraftan Journal of Clinical Studies Dergisi’nde yayınlanan bir makalede (March 2010, Clinical Research in Turkey: One Step Ahead…) 2010 yılıında klinik araştırmalar yasasında yapılan düzenlemelerle Sağlık Bakanlığı ve etik kurulu onayı alınması gerektiği hatırlatılıyor ancak bundan böyle tüm işlemler için tek bir dosya hazırlayıp tek başvuru ücreti ödemenin yeterli olduğu söyleniyor. Bu durum nispeten Türkiye’yi klinik araştırmalarda diğer ülkeler karşısında avantajlı duruma geçirebilir. Ancak yurt dışından test edilmesi için ülkemize getirilip başvurulan yeni ilaçların adedinin artması, diğer yandan gönüllü (!) denek insanlarımızın sağlığını daha çok tehlikeye atabilir. Denetimin dikkatle yapılması zaruri.

Şu an ülkemizde klinik testler uygulanan ‘resmi kayıtlara’ göre yedi yüzü aşkın ilaç, test aşamasında bulunmakta. Ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA’nın prosedürüne göre en az 7 bin insanın bu ilaçların test edilmesinde rol aldığı hesaplanabilir. Ancak yine de Türkiye’de klinik araştırmalardan geçebilen her ilacın eczanelerde satılmasının önünün açılması bazen kötü durumlar doğurabilmektedir. Amerika’da üretildikten sonra Türkiye’de hastalar üzerinde test edilen ‘Ketek’ isimli antibiyotik, ülkemizdeki testlerde sorunsuz geçmişti. Ancak bu bilgiler üzerine satışı Amerika’da başlatılan ilaç, ondan fazla insanın ölmesine sebep olmuş, böylelikle ilaç piyasadan çekilmişti.

Kişisel tıbbi bilgilerimiz, günümüz dünyasının ağzını sulandırıyor. Yeni bir ilacın deneği her an olabiliriz!


Cihan Taştan'ın Yazısı.