Ya bir tarafın kazanıp bir tarafın kaybettiği müsabaka sporlarını savaş gibi değil oyun gibi algılamayı öğreneceğiz ya da kendimizi boşuna yormaktan vazgeçip herkesin kazandığı alanlara yöneleceğiz. Üçüncü bir yol varsa bilmiyorum.

Konuya girmeden önce altyapısını oluşturmak için kendimle ilgili yaşanmış bir hayat hikâyesi paylaşayım: Gençlik yıllarımda karate sporuna merak saldım ve bir kursa kayıt yaptırıp derslere devam etmeye başladım. Öncelikle o filmlerde görülen uçma, kaçma, vurma, kırma becerilerine öyle bir çırpıda sahip olunmadığını kaydedeyim. Çok uzun ve meşakkatli bir süreçten geçmek gerekiyor, sonuna kadar dayanabilirseniz tabii. Benim gibi ilk kuşakta pes ederseniz sadece geçen zaman zarfında spor yapmış oluyorsunuz. O da bir şeydir derseniz başka.

Neyse kurs devam ediyor, biz de gidip geliyoruz. Bir süre sonra program gereği antrenman arkadaşları olarak kendi aramızda müsabaka yapmaya başladık. İlk müsabakada aklıma ilginç bir soru geldi. Karşımdaki arkadaş bana ne yapmıştı da ben ona vuracaktım? En ufak bir kin, nefret ve öfke duygusu beslemiyordum ki ona karşı… Sırf spor maksadıyla kavga edilir miydi? Belki ilerleyen süreçte neyi neden yapmamız gerektiğine dair zihin dünyamızda bir algı oluşacak ve yerleşecek, biz de karşımızdakine vurmayı öğrenecektik ama ilk anda aklıma gelen soru buydu işte.

Bir tarafın galip geldiği, diğer tarafın mağlup olduğu müsabaka sporlarına bizim ait olduğumuz uygarlığın bakış açısı buydu galiba.

Buradan doğru balıklama Türk Futbolu’na dalıyoruz. Toplumun bu kadar ilgisi varken, bu kadar yatırım yapılırken neden ve ne için bir türlü Avrupa ve Dünya’da söz sahibi olamıyoruz? 20-30 yıl önce ülkenin imkânlarının yetersiz olduğu ve futbola gerekli kaynağın tahsis edilemediği, bu yüzden futbolun ilerleyemediğine inanılırdı. Hâlbuki bugün Türkiye’de futbola çılgın bedeller ödeniyor, futbolcular Avrupa’da alacakları paranın çok üzerinde transfer ücretleri alıyorlar. Fakat gittiğimiz bir arpa boyu yol…

Sebep bize göre sosyolojik kökenlidir. Futbolun mucidi olan Batı, icadına eninde sonunda bir “oyun” olarak bakmakta, karşısındaki rakibini çok farklı skorlarla bile mağlup etmekte bir mahzur görmemektedir. Velev ki kardeş kulübü filan bile olsa. Ancak bizde işler öyle değildir: Futbol –neredeyse her alanda olduğu gibi- bizim için bir tür “savaş”tır. Rakibi yenmek demek onu mahvetmek, yok etmek demektir. Yenilen de yenilgiyi aynen böyle algılar. Böyle olunca ne olur? Mesela komşu il veya ilçenin takımıyla oynuyorsanız, sizin puana ihtiyacınız yoksa ve o maç rakibiniz için tam anlamıyla ölüm-kalım maçıysa, maçtan önce bir kulüp yetkilisi gelir futbolculara “arkadaşlar, bunlar bizim komşumuz. Ona göre oynayın” anlamında bir şeyler geveleyiverir. Futbolcular da mesajı alır ve “ona göre” oynar. Hatta çoğu zaman böyle bir konuşmaya bile gerek kalmaz, puan açısından rahat olan takım, “Şu anki rakibim bana hiçbir şey yapmadı. Ona neden vurayım ki?” der.

Ya bir tarafın kazanıp bir tarafın kaybettiği müsabaka sporlarını savaş gibi değil oyun gibi algılamayı öğreneceğiz ya da kendimizi boşuna yormaktan vazgeçip herkesin kazandığı alanlara yöneleceğiz. Üçüncü bir yol varsa bilmiyorum.


Bülent Şirin 'ın Yazısı.