Ammar Acarlıoğlu: "Dört Mevsimlik Müzikler Yapmalıyız"
Kadir Bekâr
“Kıyama Kamet” albümüyle başlayan müzik serüveninin son kıymetlisi “Kolla Kendini” albümünü dinleyicileri ve sevenleri ile buluşturan, Üsküdar doğumlu sanatçı Ammar Acarlıoğlu’nu ziyaret ettik. Sanatçı ile yeni albümü ve müzik sektörü hakkında konuştuk. GENÇ Dergisi Nisan sayısında yer alan röportajın tamamını, Acarlıoğlu`na sorduğumuz özel soruları, hakkında bilinmeyenleri; tuttuğu takım, en sevdiği film gibi daha önce hiçbir yerde yer almayan bilgileri sizler için sitemizden yayınlıyoruz.
Bizleri ağırlayıp, söyleşi isteğimize olumlu cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz. 1985, Üsküdar doğumlusunuz? İstanbul’un kalbinde doğmak nasıl bir duygu?
Öncelikle ben de teşekkür ediyorum. Bu görüşmeden dolayı çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Hayatımızın büyük bir bölümü, çocukluğumuz aslında memleketimiz Kilis’te geçti. Ama sürekli İstanbul ile bir bağımız vardı. İstanbul’a dair bir muhabbet vardı içimde. Yaklaşık 10 yıl kadar öncesinde de İstanbul’a dönüş yaptık.
İstanbul sadece bir şehir, bir metropol değil. İstanbul kendi başına bir sevda. Bu yaptığımız işten dolayı çoğu yerini gezdik. Gerçekten çok güzel sordunuz. Üsküdar İstanbul’un kalbi, İstanbul da dünyanın kalbidir. Bu kalp durdu mu, dünya da durur. Her açıdan durur. Ekonomik, kültürel, sanat vs. Allah’ın özel kıldığı memleketlerden birisidir İstanbul. Memleketleri özel kılan içerisindeki insanlardır. Üzerinde çok büyük değerler var. Bizim için de davamız için de, insanlık için de önemli bir yer. Boğazı kadar derin bir yer.
Müzik sizin için ne ifade ediyor?
Müzik elle tutulur, gözle görülür bir şey değil. Müzik içinizden dökülüyor. Bu bazen ağlatıyor, bazen güldürüyor, bazen hüzünlendiriyor, bazen düşündürüyor… 7 tane notası vardır. Bölünerek, parçalanarak o merkezden hareketle birçok şey üretebiliyorsunuz ve bununla kitlelere ulaşıyorsunuz. İçerisinde şirk ve isyan olmadıktan sonra ben tınısı güzel olan her şeyi dinliyorum.
Hedefinize ulaşırken önünüze birçok engel çıkmıştır. Bu engelleri nasıl aştınız?
Şimdi 30 yaşındayım, 23 yaşından itibaren profesyonel çalışmalar yapmaktayım. Her yolda olduğu gibi bu yolda da insanı dizlerinin üzerine düşürecek durumlar oluyor. Bu durumlar sizin duygularınıza dokunuyorsa bir yerde sermayedir, bir yerde iflastır. Dert var yazdırır, dert var yazdırmaz. Dert gelecek ve bana çarpacak. İşte o zaman dert benim sermayem olacak. Derdini derman bilirsen, bu senin işini kolaylaştırır.
Biz derde tasaya değil, Allah’a teslim olduğumuz zaman kurtuluruz. Derde teslim olursan İbrahim (a.s.) olamazsın, Allah’a teslim olursan İbrahim (a.s.) olursun. Allah (c.c.) da o derdi gül bahçesine çevirir. Biz biraz 28 Şubat çocuğuyuz. Biz şunu hayal ediyoruz; yok sayılmaya devam edilse de, üzerine bir sürü engeller konulsa da, bir karıncanın bir fille savaşı da olsa biz o karınca gibi İbrahim’in (a.s.) ateşine su taşımaya devam edeceğiz. Hedefim bu.
Günümüzde yazılan şarkı sözlerini ve yapılan şarkıları nasıl buluyorsunuz?
Her şeyden önce biz kuluz. Bir tek Allah (c.c.) için konuşturan, heyecanlandıran, ağlatan vb. duygulara âşık olmalıyız. “Bu müzik beni neye âşık ediyor?” sorusunun cevabı Allah (c.c.) olmalıdır.
Bir eserin kulakta ve gönülde kalıcı olması sizce neye bağlıdır?
Hayatta her şey gibi müzik de Kuran-i Kerim merkezli olursa kalıcı olur. Rabbinin buyruklarına uymak ve bunu anlatmanın derdinde olmak. Bunu bir sporcu da yapabilir. Görüyoruz mesela Demba Ba golden sonra secdeye yatıyor. Bu adam bunu futbolu ile anlatıyor. Tam gol attıktan sonra, milletin “oley” diyeceği yerde Rabbine secde ediyor. Gol attığın an maçın patlama anıdır. Orada; “Ben atmadım, Allah attırdı.” diyeceksin. Kalıcı iş yapmamız kalıcı malzemeleri kullanmamız ile olur.
“Keşke şu eseri ben yazmış ve bestelemiş olsaydım.” dediğiniz bir eser var mı?
Gıpta ettiğim eserler var. Benim küçüklüğümde dinlediğim eserler de buna dahil. Ömer Karaoğlu’nun Şehit Türküsü’nü çok isterdim. (Gülüyor.) Şehit Türküsü, ilk girişinde direkt bütün hücrelerime söylenen bir eser. 22 yıldır Ömer Karaoğlu ile tanışırım. Çocukluğumdan beri dinlerim. Ben ona hocam diye hitap ederim. Akademik ünvanından dolayı değil, hiç görmeden uzaktan sesiyle yetiştirdiği için.
Taptaze ve yepyeni bir albümle, “Kolla Kendini” albümünüzle sevenleriniz ile buluştunuz. Albümün hazırlanış sürecinden ve bu süreçte yaşadığınız tatlı hatıralardan bizlere bahsedebilir misiniz?
Ben stüdyo ortamında olmayı çok isterim. Sürekli bir çalışma içerisinde olmak isterim. Her albümüm çıktığında kolileri bizzat kendim taşırım. Onu ilk kez ben alayım ve ilk ben dinleyeyim isterim. “Kolla Kendini” albümünde çok yoğundum. Konsere yetişecektim. Sabahtan çıktım, öğleye kadar fabrikanın önünde bekledim. Kolilenene kadar bekledim orada. Tıpkı bir babanın, evladının doğumunu beklemesi gibi bir şey. Bir diğer anım da ise şöyle; Haliyle uzun vakitler stüdyoda kalıyoruz. Namaz vakti geldiğinde stüdyonun yanındaki odada namaz kılarken arkadan müzik geliyordu. Müzik eşliğinde namaz. (Gülüyor.) Namazın her anında “Allah’ım bereketli eyle. Biz şu an burada olmuyor, bu işleri yapamıyor ve başka işlerle uğraşıyor olabilirdik. Her şey için sana hamdolsun. Her şeyi senin rızan için yapıyoruz.” diyerek içimden geçirdim.
Çalıştığımız müzisyen arkadaşlar, bulunduğumuz alana yabancı olabiliyorlar. Yaptığımız çalışmada “İbrahim Gibi” eseri var. Yaşar amcamız vardır. 67–68 yaşlarında bir keman sanatçısıdır. Eskimeyen bir müzisyendir. “İbrahim Gibi” deyince Yaşar amcamız şöyle dedi: “Özür dilerim de, İbrahim kim be abi?” (Gülüyor.) Hani desem ki Hz. İbrahim’i anlatıyoruz burada, başlarda da Musa (a.s.) var, Yusuf (a.s.) var. Yaşar amcamız: “Haa onlar kim? İbrahim hep söylendiği için ondan soruyorum.” (Gülüyor.)
Şu ana kadar birçok esere imza atmış biri olarak, gönlünüzde en çok iz bırakan eseriniz hangisidir?
Vakt-i Taarruz benim için hep ayrıdır. Bütün eserlerim, gözümde kıymetli çünkü hepsinin ayrı ayrı yazılma hikâyeleri var. Vakt-i Taarruzu imam hatip dönemlerinde yaşadığımız sıkıntılardan dolayı zalime ve zulme bir isyan var orada. Belki de mizaç olarak beni en iyi anlatan eserdir.
Gençlere iyi şarkı yazmak ve bestelemek hususunda neler söylemek istersiniz?
Gözlem. Ben açık söyleyeyim, var olanı yemek zorunda değiliz. Biraz seçim kampanyası gibi oldu. (Gülüyor.) Var olan önümüze getirildiğinde belki de altında hoşlanmayacağımız bir şey olabilir. Her anın müziğini yapmaktan ziyade, fikirleri ortaya dökebilecekleri müzikleri ortaya koymalarını isterim.
Şemsiyeyi sadece yağmurda satarsınız, montu bütün kış satarsınız, giysiyi bütün yıl satarsınız. 4 mevsimlik müzikler yapmalıyız. İnsanoğlu hayatta her şeyin en karlısını istiyor. Peki müzikte neden olmasın? Neden bu duygu müziğe yansımasın? Neden yarın bıkacak eseri yapasın ki? Genç arkadaşlardan bütün günlere, bütün aylara, bütün yıllara ve bütün bir ömre, hatta bizi hayat ötesine taşıyacak gerçek eserler üretmelerini isterim.
Etkilendiğiniz ve örnek aldığınız sanatçılar var mı?
Gerçekten de kendisini tanıyan bilen, müzik yapan herkesi dinlesinler. Ben kısıtlamak istemiyorum. Ben öyle eserler dinliyorum ki bizim camiamız dışında. Yalnız o eseri dinlerken eşimi seviyorum. Çocuğumu seviyorum. Nasıl baktığına bağlı. Tabi ki ölçüyü de kaçırmadan. Bu ölçü büyür çünkü.
Kendisine vereceği güzellik ölçüsünde her şeyi dinlesinler. Şu da var ki biz de kötü yaparsak, bizi de dinlemesinler. Bu da tepkileri olsun. Ömer Karaoğlu söyler: “Bizim dinleyicimiz yumurta atma özürlüdür.” der. “Aaa adam Allah (c.c.) dedi. Hadi sırtımızda taşıyalım.” değil. Önce bu adam alkışı taşıyabiliyor mu bak. Sahnede durduğu kadar sağlam durabiliyor mu hayatta bak. Sözlerindeki iddaası kadar bir hayatı var mı bak. Sözlerinde yetiştirdikleri kadar kendisini ve ailesini yetiştirebiliyor mu bak. Sanatçı sadece sahnedeki ile değil, hayatının bütünü ile vardır.
Hangi takımın taraftarısınız?
Kesinlikle Beşiktaş’lıyım. Ama bir tek Demba Ba’yı tanırım. (Gülüyor.) Bir de stadın nerede olduğunu biliyorum.
Müzikle iştigal etmeseydiniz, hangi mesleği yapmayı arzu ederdiniz?
Yani bu ticaret olurdu ama eğer matematiğim iyi olsaydı doktor olmak isterdim.
“İyi ki bu şiir kaleme alınmış.” dediğiniz, gönlünüzde yer tutan en zirve şiir hangisidir?
Gerçekten de okuduğum ve dinlediğim zaman, beni ben yaptığına inandığım bir eser, o da Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’dür. Bir nehirle dertleşmesi beni çok etkiler.
En sevdiğiniz yemek ve tatlı hangisidir?
Memleketimiz itibariyle ete düşkünümdür. Tatlı olarak da tabi ki baklava.
En sevdiğiniz kent?
İstanbul. Ama gönül memleketim Medine’dir.
Uzun zamandır görmediğiniz ve hatta hiç görmediğiniz biri ile görüşme imkânınız olsaydı bu kişi kim olurdu?
(Uzunca düşündü ve dertli bir şekilde konuşmaya başladı.) Çocukken benden daha küçük, Söğütlü Çeşme Camisinin avlusunda bir tane çocuğu azarlamıştım. O da ağlayarak kaçmıştı annesinin yanına. Onu görüp onunla bir kere dahi olsa konuşmak isterdim. O anı hâlâ izdir içimde.
En sevdiğiniz film?
Gladiatör’ü çok severim. Yalnız son zamanlarda izlediğim Adaletin Peşinde onu geçti. Barfi var bir de. İnsan kelimeye ihtiyaç duymadan kendini ancak bu kadar güzel ifade edebilir.
Sizi en çok heyecanlandıran konseriniz hangisi oldu?
Konya. 3 ay önce Mekke’nin fethi gecesi düzenlendi. 15.000 kişilik salon hınca hınç doluydu. Daha önce tabi 60000 kişilik salonda sahne almama rağmen, Konya konseri tacıydı işin. Sazlar, seyirciler, sesler, mikrofonlar, ortam çok iyiydi.
En sevdiğiniz yazar ve kitabı?
Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekkin Nüfus eseri. Mükemmel bir kitaptı. Herkesin bu kitabı baştan sona okuyup, bittikten sonra tekrar başlayıp okumalarını ve ezberlemelerini tavsiye ederim.
İçinizde hoş bir sevda olduğunu bildiğimden soruyorum. Milli Gençlik Vakfı’nı üç kelime ile tanımlasanız, bu kelimeler ne olurdu?
Hayat, iman ve cihad.
Kendinizi bir kelime ile tanımlayın desek, hangi kelimeyi seçerdiniz?
Azim.
Yoğunluğunuz arasında vaktinizi ayırıp, sözünüzü ve gönlünüzü bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Son olarak GENÇ Dergisi okurlarına özel olarak neler söylemek istersiniz?
GENÇ Dergisi’nin benim için her zaman özel bir yeri vardır. GENÇ Dergisi okurları, o ebedi gençliği yakalamak noktasında tertemiz arkadaşlar. Hangisi ile karşılaşsak yukarıdan aşağıya doğru, bu güzel duygular hepsine sirayet ediyor. Çoğu zaman gittiğimizde çaylarını içtiğimizde biliyoruz ki bu çay bize şifa, muhabbet bize şifa. Ayrıca bu sayıda yer almak da bizim için ayrı bir onur ve gururdur. Elit ve kaliteli bir okuyucu kitlesi var. Biz de onlara bunu sunmak istedik. Ben de çok teşekkür ederim.
GENÇ'ın Yazısı.