Bu topraklarda düşünceyi dün Hz. Nûman’ın etrafında açılmış çiçekler ürettiler. Bu bahçe bugün de münbittir, bereketlidir. Yeter ki tohum saçılsın.

Osmanlı ulemasından Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, Devlet-i Âliye’de yetişen alimlerin terceme-i hallerini konu edinen bir eser telif eder. Kitabına da “Şakaiku’n- Nu’mâniyye bi Ulemai’d-Devleti’l- Osmaniyye” adını verir. Yazar Osmanlı  uleması hakkında yazdığı  eserini bizim gelincik çiçeği olarak bildiğimiz şakayık gülüne benzetir. Müellifin dile getirmediği ancak bu benzetmenin içinde saklı  bir güzellik daha var. O da şu: Nûman, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam’ın adı. Böyle olunca Osmanlı alimleri, İmam-ı Azam  hazretlerinin etrafında açmış çiçeklere benzetilmiş oluyor.

Yaşayan ameli mezheplerin ilk teşekkül edeni olan Hanefi mezhebi bir Arap tarafından değil, mevaliden (Arap olamayan) biri  tarafından kurulmuştur. Bu yönüyle İmam-ı Azam’ın kapısı Arap olsun olmasın bir ayrım gözetmeden bütün milletlere açıktır. Buna  dışa dönük kucaklayıcılık diyebiliriz. Bir de içe dönük kucaklayıcılığı vardır İmam-ı Azam’ın. İmam Cafer Sadık’ın rahle-i tedrisine  oturan İmam-ı Azam hazretleri bu yönüyle de Hz. Ali’yi sevenlere açmaktadır kucağını. Hanefi mezhebinin önde gelen alimlerinden  bazıları itikatta Mutezile mezhebine mensuptur. Örneğin meşhur “Ahkamu’l-Kur’an” adlı eserin müellifi Cessâs bunlardandır. Bu  yönüyle de İmam-ı Azam mezhebi İslam’ın farklı yorumlarına kapılarını kapatmamış oluyor.

Endonezya’dan Balkanlara geniş bir iklimde hüsn-i kabul görmüş olan bu mezhebin temelinde bu kapsayıcı, kucaklayıcı nitelik  vardır. Bu kapsayıcılık ve kucaklayıcılıktır ki bir beyliği, Osmanlı beyliğini Bursa’dan alıp Balkanlara götürmüştür ve İslam’ın var  olduğu dünya coğrafyasının büyük bir bölümüne hakim kılmıştır.

Bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu krizlerden biri de düşünce krizidir. Daha doğrusu düşünce üretememe krizidir. Bunun  temeldeki sebebi yirminci yüzyılla birlikte mezheplerin fonksiyonlarını tam olarak ifa edemediğini ve bugün Müslümanların bütün  mezheplerden istifade ederek hareket etmesi gerektiğini savunan bir görüşün eğitim başta olmak üzere hakim olmasıdır. Bu bağlamda ilahiyat fakülteleri ne itikâdî ve ne de amelî olarak bir mezhebe bağlı kalmadan gelenekle biraz oryantalist bir tarzda  münasebet kurmuştur. Neticede bu münasebet, geçmişi kendine konu edinen bir tür İslam arkeolojisi doğurmuştur. Ancak bu  arkeologlar harabeleri, kitabeleri değil, kitapları kendilerine konu edinmişlerdir.

Hiç bir âlim anasız doğan çocuk değildir, kendi semasında tek yıldız değildir. Her düşünce sisteminin bir evveliyatı vardır. Ve düşünmek biraz da cemaat işidir. Bu cemaat kimi zaman bir âlim etrafında örgülenmiş mezhep müntesipleridir, kimi zaman bir  dergide aynı minvalde fikirleri dillendiren insanlardır. Ve her halükarda düşünce bir bağlanış neticesinde zuhur eder. Bir derde bağlanış. Denilebilir ki mezhep aynı derdi taşıyanların birlikteliğidir

Bu topraklarda düşünceyi dün Hz. Nûman’ın etrafında açılmış çiçekler ürettiler. Bu bahçe bugün de münbittir, bereketlidir. Yeter ki  tohum saçılsın.


Ahmet İğdi'ın Yazısı.