Türk-Ermeni İlişkilerinin Serüvenine Tarihsel Bir Bakış
İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözü meşhurdur. İki kelimeden oluşan bu kısa cümle aslında önemli bir tespittir. Hakikaten coğrafya; halkların ya da milletlerin geçmişini, bugününü ve geleceğini yani kaderini tayin de önemli bir etkiye sahiptir. Şimdi sizler için, zamanları aşan mezkur sözden ışık alarak, Anadolu’da bir kader birliği oluşturan Türk-Ermeni ilişkilerini incelemeye çalışacağız.
Kelimelerin tahlili
1000 yıldır Türklerin üzerinde bulunduğu ve milli beşik olarak kabul edilen Anadolu tabiri; Anatolia kelimesinden türemiş olup esasen Grekçe’dir ve Doğu Vilayeti manasına gelmektedir. Türk kelimesini ilk olarak Orhun Kitabeleri’nde görürüz. Kitabelerde Türk kelimesi Türük şeklinde geçer ve daha önceki söylenişinin ise Törük şeklinde olduğu belirtilmiştir. Türk adının miğfer, terk edilmiş ve türemek gibi anlamlar içerdiği belirtilir. Bir diğer görüşe göre de Türk kelimesi güç, kuvvet anlamlarına gelmekteydi. Ermeni adına ise ilk olarak MÖ 6. yüzyılda Pers Kralı Darius’un kitabelerinde rastlanır. Bölgeye -kadim olarak- Armenia adı verilmişti ki Ermeniler bu isim zikredilirken henüz bölgede değillerdi. Daha sonra bölgeye gelen kavimlere “Armenia da yaşayan kavimler” anlamına gelen Ermeni denilmişti. Anlaşılacağı üzere Ermeni tabiri Persler tarafından bahis edilen kavme verilmişti. Ermeniler olarak nitelendirilen kavmin Trak göçleri ile Anadolu’ya geldiği söylenir ki; bu bir başka makalenin konusudur.
Türk-Ermeni ilişkilerinde ilk adım
Tarihçilerin büyük bir ittifakla kabulüne göre Ermeniler, MÖ 8. yüzyılda kuzey Ege ve Marmara üzerinden vuku bulan Trak göçleri ile Anadolu’ya gelirler. Mezkur tarihten itibaren Ermeniler Anadolu’da ve onun uzantısı olan ön Asya topraklarında yaşarlar. Turani bir kavim olan Türklerin atayurdu ise Asya olup göç, akın ve fetihlerle Anadolu’ya yerleşirler. Ermeniler ile Türkler ilk olarak Hazarlar vasıtasıyla temas kurarlar. Hazarlar, 683-686 yılları arasında Kafkasya üzerinden Anadolu’ya inerler ve Ermeni prenslikler üzerinde hakimiyet tesis ederler. Hazarlar’dan sonra Ermeniler ile Çağrı Bey öncülüğünde Anadolu’ya akınlar düzenleyen Selçuklular temas kurarlar. Türk akınlarının 1018’de Anadolu’da baş gösterdiğini söyleyen Ermeni tarihçi Urfalı Mateos şunları yazar: Hıristiyanların başına korkunç bir ejderha musallat oldu. Tanrı’nın (Hz. İsa’nın) kutsal önerileri gerçekleşiyordu. Ejderhanın ateş püsküren nefesi yakıcı bir alevle geldi. Bu devirde Türk denilen vahşi millet toplandı (bir araya geldi), Vaspuragan’a girdi. Hıristiyanları kılıçtan geçirdiler. O zamana kadar Ermeniler hiç Türk süvarisi görmemiştiler. Bir diğer Ermeni tarihçi Aşoghik ise “Ermeniler Bizans’a olan düşmanlıkları nedeniyle Türklerin Anadolu fetihlerine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir.”
Romen Diyojen Ermeni düşmanlığına devam etti
Türk akınlarının sonuçlarına söylenen subjektif yorumlarına rağmen Ermenilerin başı Bizans ile dertteydi. Bizans, Ortodoks olan Ermenilerin mezheplerini yok etmek ve zaman zaman başkaldırdıkları için mutlak itaati oluşturmak amacıyla, Ermenilere sistemli bir şekilde saldırır. Düzenlediği zorunluluğu göçler vasıtasıyla da Ermenilerin birliklerini bozarak tehlikeye mahal vermelerini önlemiş olan Bizans, daima Ermenilere karşı bir tavır sergiler. Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulduğu yıllarda Bizans, Anadolu’da hakimiyeti sağlamış ve tüm Ermenileri itaat altına almıştı. Akabinde Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya yönelen Türk akınları artar ve Türkler, Bizans için ciddi bir sorun olur. Anadolu’yu Türk yurdu yapacak olan Malazgirt Savaşı’na giden süreç içerisinde Bizans İmparatoru Romen Diyojen; klasik Bizans politikasını sürdürmüş ve Ermenilere düşmanlık gütmeye devam etmiştir. Malazgirt Savaşı’na çıkmadan önce Romen Diyojen’in savaş dönüşü Ortodoks Ermeni mezhebi olan Gregoryenliği kaldıracağına dair yemin ettiği belirtilir. Malazgirt Savaşı’ndan mutlak bir zafer ile çıkan Türkler artık doğu Anadolu’da hakim olurlar ve Ermenilerle daha yakından temas kurarlar. Sultan Alparslan’ın büyük harp öncesinde Cuma namazı kıldığı ve bugün Kars’ın sınırları içerisinde yer alan Ani bölgesinin adının da Ermeni Ani hanedanlığından geldiği bilinir. Büyük harp sonrasında Türkler ile Ermeniler arasında ilişkiyi çok sıcak bir noktaya varır ve teba-devlet ilişkisi boyutunu alır. Büyük Selçuklu Devleti’ne en parlak dönemini yaşatan Sultan Melikşah dönemine ilişkin bir hadiseyi de Urfalı Mateos şöyle anlatır: Katogikos bazı yerlerde Hıristiyanların baskı altında tutulduğunu , Allah’ın kiliseleri ile ruhanilerden vergi istenildiğini ve manastırlarda piskoposların vergi için baskı altında tutulduğunu görüp, İranlıların ve bütün Hıristiyanların alicenap ve tatlı sultanının huzuruna gidip, bütün bunları ona arz etmeye karar verdi. Sultan, senyor Barseg’i huzura kabul edip, ona büyük iltifat gösterdi ve onun isteklerini yerine getirdi ve iltifatla uğurladı.
Bizans’ın Anadolu seferleri sırasında Selçuklu hakimiyetinde kalan Ermeniler, zaman zaman Türklere de baş kaldırmışlardır. Türkiye Selçuklu hükümdarı II. Mesud’a karşı isyan eden Ermeniler düzenlenen harekat sırasında Sultan Mesut’un “Hakimiyetimizi kabul ederseniz savaşmadan geri döneriz” teklifinin kabulüyle beraber sulh ile neticelenir. Türkler ile ilişkileri süren Ermenilerin kralı II. Levon, Süleyman Şah adına para bastırır. Tilki bir lider II. Levon ardından gelen sultanlara karşı durumdan istifade ederek isyan etmişse de mutlak itaati tanımak zorunda kalacaktır. Ermeniler, durumdan istifade ederek isyan hareketleri gösterse de kendilerine karşı düşmanlık besleyen Bizans’a karşı daima Türkleri koruyucu olarak görmüşlerdir. Özellikle Malazgirt’ten bin yıl sonra vuku bulan Miryokefalon Savaşı’nın temel sonuçları arasından Ermeniler, Bizans tehlikesinden kurtuldu maddesi büyük ve altı çizili puntolarla yer alır. Bizans’ın Ermenilere karşı bu tavrı 451/452 tarihli Kadıköy Konsülü’nde alınan kararlardan birisidir. Bu karar Bizans yıkılana kadar takip edildi. Selçuklu ve Osmanlı ise Bizans`a karşı daima Ermenilerin haklarını savunmuş ve korumuştur. Miryokefalon Savaşı; Türklerin Ermenilere `1000 yıllık hürriyet` tevdi etmesinin adıdır.
Millet-i Sadıka
Selçuklular’dan sonra bölgeye ve ardından üç kıtaya Osmanlı hakim olur. Anadolu coğrafyası içerisinde batıda kurulan Osmanlı, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden uzakta kurulur. Osmanlı ile Ermenilerin ciddi temaslarının Osman Gazi’nin Bursa’yı payitaht yapıp; birçok Ermeniyi ve Ermeni Katigosluğu’nu buraya taşımasıyla başladığı bilinir. Buradaki durum daha sonra Ebu’l Feth olarak namlanacak olan ve Osmanlı Barışını/Pax Ottomana ihya eden Fatih’in Osmanlı millet sistemi uygulamasında vücut bulacaktır. Fatih, fethettiği İstanbul’u payitaht yapınca yurt sathındaki tüm liderleri ve kurumları buraya taşımış; onlar üzerinden sağlam bir Osmanlı Devleti oluşturmuştur. Osman Gazi’nin Ermeni Katigosluğu’nu Bursa’ya taşımasına bu açıdan da bakabiliriz. II. Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinin ardından Ermeni Katigosluğu da İstanbul’a getirilir ve 1461 yılında yayınlanan ferman ile Ermeni Gregoryen Patrikliği ihya edilir. Ortodoks Ermenilerin merkezi artık İstanbul olup başında bir Ermeni patrik vardır ve Fatih Sultan Mehmet tarafından tüm hürriyetleri güvence altına alınmıştır.
Fetih aşkınlığını batıda arayan seleflerine nazaran İslam toprakları üzerinde birlik ihya etmeyi planlayan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’den doğu Anadolu’yu ve kuzey Azerbaycan bölgesini alır. Buradaki Ermenileri de İstanbul’daki Ermeni Patrikliği’ne bağlayarak Osmanlı millet sisteminin güçlenmesini sağlar. Ermeniler zamanla Osmanlı’nın asli unsurları haline gelir. Osmanlı içerisinde yaşayan Ermeniler genellikle ticaretle uğraşırlar. Ermenilerin önde gelenleri ise Osmanlı devlet sistemi içerisinde yer alır. Birçok Ermeni paşa, bürokrat, yöneticiyi Osmanlı devlet hiyerarşisi içerisinde görmek mümkündür. Özellikle elçiliklerin açıldığı dönemlerde yazışmalarla ve görüşmelerle Ermeniler, Osmanlı adına ilgilenmekteydiler. Malazgirt sonrasında başlayan kader arkadaşlığı Türklerin Ermenilere ithafen millet-i sadıka demesiyle taçlanır. Türkler ve Ermeniler Osmanlı hakimiyetinde çok iyi ilişkiler içerisinde yaşarlar; ta ki Avrupalı devletlerin ve Rusya’nın, güçsüzleşen Osmanlı’nın etnik haritasıyla oynamaya başlamasına kadar.
19. yüzyıla gelindiğinde; Osmanlı birçok toprak kaybetmiş ve güçsüz duruma düşmüştür. 1789 Fransız İhtilali’nin sunduğu ulusçuluk akımı Osmanlı’ya da sirayet eder. Merhum Ziya Gökalp’in deyimiyle bir mikrop gibi bünyeye bulaşır. Osmanlı’nın kadim toprakları üzerinde gözleri ya da çıkarları olan Avrupa devletleri ve Rusya; Osmanlı’nın içişlerine müdahale ederek etnik meseleleri kaşıyacak ve birçok etnik unsurun Osmanlı’dan bağımsızlığını elde etmesine sebep oluşturacaklardır. Ermeniler de bu emperyalist oyuna gelecek ve özellikle Rusların himayesini güderek Anadolu’da katliamlar yapacaklardır. Ermeniler dünya siyaset arenasında o kadar çok kullanılırlar ki I. Cihan Harbi akabinde imzalanan Mondoros ve Sevr antlaşmaları sırasın da bağımsız Ermenistan meselesi defalarca vurgulanmış; hem de galip olmalarına rağmen birbirleriyle çıkarları çatışan İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerce epey dile getirilmiştir.
Kaynaklar:
Şarika Gedikli, Bizans Tarihi Konferansı
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü
Sentyar Hüseyinov, Tarihte Türk Ermeni İlişkileri ve Ermeni Sorunu
Ali Güler ve Suat Akgül, Türklük Bilgisi
Ekrem Memiş, Ermenilerin Kökeni ve Geçmişten Günümüze Türk Ermeni İlişkileri
Salim Koca, Türkiye Selçuklu Tarihi Semineri
GENÇ'ın Yazısı.